EŞİT ≠ ADİL

Umutlarla başladığımız yolculuklarımız, çoğu zaman hayal kırıklıklarıyla son bulur hale geldi. Büyük çıkarları uğruna küçük hayatları kurgulayan hesapların orta yerinde kaldık. Öyle bedeller ödedik ki bazen nefes bile alamadığımız oldu. Mağlubiyetlerle dolup taşan hayatımızda bir kez olsun galibiyet almak istedik; ama olmadı. Birçoğumuz, acının vergisini ödediğimizi düşünüp umutlandık. Kimimiz “Kahrın harcını yatırdık artık.” diyerek bahara hazırlandık. Hemen hemen hepimiz, hüznü demirbaş listemizden silip atmayı denedik, başaramadık. Çoğu geceler kaybetmişlik hissiyle sarhoş olduk. Morfin gibi uyuşturdu hayatlarımızı adaletsizlik. Yalnızlığa borcumuz bir türlü kapanmadı. Bize borcu olan mutluluğu, veresiye defterimiz yıkıntılar arasında kaybolup gittiği için isteyemedik hayattan. Hafızasını yitiren huzurdan payımıza düşeni alamadık. Daima mücadele verdik. Bizim olanı almak için didinip durduk. Bizi bize küstürdüler, engel olamadık. Öyle güzel yalanlarla bulanıklaştırdılar ki beyinlerimizi hakkımız olanı hiçbir zaman alamadık. Üretkenlik ve emeğe saygı kuyruğunda sıra bize gelmişken “Stoklar tükendi!” diyerek kepenkleri kapadılar. Bir çift söz edemedik. Ardımızda gölge güçlerimiz olmadığından yetimhanenin soğuk duvarları arasında büyümeye çabalayan bir çocuk gibi çaresiz bırakıldık.

“Biz” olma duygusuna sahip çıkmayı öylesine ciddiye aldık ki asla “Biz” olamayan “Ben”lerin egolarıyla çiğnenip çiğnenip tükürüldük defalarca. Ne zaman denesek başarmayı, önümüze geçtiler, duvar oldular, engel koydular. Olmadık, olamadık. En başta eşit ve adil olmanın farkını anlamadılar. Her eşitliğin içinde bir adalet olduğu yanılgısından kurtulamadılar. Herkese yeni bir çift spor ayakkabı vererek koşu yarışması düzenlemek adilane olmayacaktır; çünkü belki ayakları olmayan, gözleri görmeyen ya da kilo olarak birbirine uymayan insanlar vardır ve bunlar birbiriyle asla eşit olamaz. Adalet burada işe yaramaz. Bizleri formel ve bürokratik prosedürlerle ayrıştırdılar. Eşit koşullara sahip olmayan insanlardan, ayırmaksızın aynı şeyleri istediler. Böylece adil olduklarını düşündüler. Oysa elinden tutulanlar, önü açılanlar o meşhur prosedürlere(!) bakılmaksızın arzularına kavuşanlar hiçbir zaman anlayamadılar, bir amaç uğruna gece gündüz emek sarf etmenin hazzını ve zorluğunu. Koltuğundan güç alıp redde sarılanlar bilemediler iki dudakları arasında harcanıp giden emekleri. Öyle bir hâle geldik ki iyi olmak adına yapılan kötülüklerle yaralandık ve belki de yaraladık bilmeden. Ev ya da iş bulmak, çocuğuna bakıcı ya da kurs bulmak bile gölge güçlerin gölge ellerine bağlı hale geldi. Sadece yaşamak, üretmek ve başarılı olmak üzerine kurulu hayatları dışladılar. Hırs, çıkar, güç ve ego sahibi olmayan hiç kimseye bolluk, huzur ve refah vermediler. Sevgi, vefa ve umut silinip gittiğinden beri kalplerinde, onlar sadece maddeye tapındılar. Materyalist bir hale dönüşen ruhlarında, robotlaşan kalplerinden bîhaber bir şekilde düzen tarafından programlanmış beyinleriyle sayısız hayata, hayale ve umuda kıydılar. Tatminsizlikleriyle bir kıyamet kurdular.

Görgüsüzlük sardı tüm ilişkileri. Parasıyla, malıyla, eşiyle, çocuğuyla, gizli kapaklı hayatlarıyla sürekli ilgi odağı olmak için konuştu insan durmadan. Cenazesi kaldırılan dostluğu unutup anlattıklarıyla vuruldu bir süre sonra sırtından. Güvensizleştirdiği dünyaya karşı güvensizleşti böylece insan. Her şey kendiliğinden kötüye gitmeye devam etti. Kimileri gökyüzüne uzayan kulelerinde tahtlarda otururken kimileri kartondan evlerde tek bir battaniye ile ısınmak zorunda kaldı soğuk kış gecelerinde. Sahte cennetlerinde yaşayan gölge güç ve himayesindekiler, hiç görmediler yarattıkları cehennemi. Bu yüzden daha da hızlandı ya süreç. Bu yüzden daha hızlı kaybedilir oldu değerler, değerliler, değeri olanlar.

Oysa özü gereği iyiydi insan. Avlayıcı ve toplayıcı dönemde korumacı ve paylaşımcıydı. Varsa, var olanı var olduğu kadar paylaşırdı. Eğer yoksa, yokluğu da paylaşırdı. “Doğal insan”, takas döneminde bile doğru düzgün bilmiyordu bencilliği. Derken beklentiler büyüdü, büyürken beraberinde egoyu da büyüttü. Aralarına bir de çıkar eklenince “yurttaş” döneminde insanoğlu, cennet hayaliyle koca bir cehennem kurdu. Paranın kölesi oldu, güce tapındı, mevkiye sevdalandı. İnsanlığını unuttu. Gölgesine sığındığımız tek şey, sadece ulu ağaçlar olarak kalsaydı keşke. Yazık ki her şey gibi, o da değişti insan için. Kendini doğanın bile hâkimi ilan edecek kadar kibirli olan insan; yine kendi gibi olanın, bir başka insanın gölgesine sığındı. Ne kendi mutlu oldu ne de başkalarının mutluluklarına müsaade etti. Tatmin olmaz açgözlülüğüyle bir isteğine kavuşur kavuşmaz yenisini istedi. Aldıkça fazlasına odaklandı. Aile, dost, huzur, hayal, umut, vefa, güven, paylaşım ya da mutluluk kalmadı hayatında.

O halde “doğal insan” denilen ilk insanlar, bir şekilde mutasyona uğradı ve “yurttaş” oldu. Bu mutasyonda, bir kısım insan, insani değerlerini muhafaza ederken bir kısım insan da ruhunun tüm zenginliklerini yitirdiğinden dünyanın maddeselliğine kapılıp kayboldu. Bu yüzden zorlaştı ya yaşamak…

16.07.2019

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol