PLATON’UN GÖLGELERİ

Bugün anlamlandıramadığımız birçok şey yapılmaktayken en azından tepkimizi belli edebilecek olmanın mutluluğu içinde sizi korumak istedikleri şeyin aslında tam da ne olduğuna dair zihninizde bir ışık yakabilmek umuduyla aldım bu defa kalemi elime. Sizlere, adını sıkça duymuş olduğunuzu düşündüğüm ünlü filozof Platon hakkında bir iki şey söylemek istiyorum. Felsefenin okullarda neden yasaklanmaya çalışıldığını anlamak daha da kolay hale gelsin diye. Onu zor ve kafa karıştırıcı göstermek için çaba harcayanlara inat herkesin anlayabileceğini birlikte deneyimleyerek ispat edeceğiz.

MÖ 427-347 yılları arasında yaşamış olan Platon, iki farklı evren olduğundan söz eder. Platon’a göre bir tarafta başlangıçsız, sonu olmayan ve mükemmel olan bir “idealar evreni”; diğer tarafta ise ölümlü olan, mükemmel olmayan şeylerin oluşturduğu “görünenler evreni” bulunur. Görünenler evreninin idealar evreniyle ilişkisini, bir şeyin kendi gölgesiyle olan ilişkisine benzeten Platon ayrıca, insan zihninden bağımsız bir hakikat olduğunu savunur. Madde ya da görünen, hakikatin bir yansımasıdır, idealin biçim kazanmasından ibarettir. Görünen varlıklar sürekli değişir, bozulur, sonunda da silinip giderler. Asıl kalıcı gerçek, yani idealar, görünmeyen evrendedir. Görünen varlıklar da bu ideaların yansıması, gölgesidir.

İde ya da idea dediğimiz şeyler aslında çok kafa karıştırıcı kavramlar olmamasına rağmen yine de duruma göre sadece anlamak isteyen için basittir. İdealar, mükemmel varlıklardır. Aynı zamanda objelerin de ideaları vardır. Güzel olan tek tek şeyler, “güzellik” ideası karşısında sürekli eksik ve çirkindir ve ancak güzelliğin kendisine az çok yakın olabilirler. Bir objeyi bilmek, o objenin ideasını bilmek, dolayısıyla da idealini bilmektir. Şimdi idea ve yansıması ya da gölgesi fikrini zihninizde daha anlaşılır kılmak için Platon’un “Mağara Mitosu”nu okumanızı rica ediyorum.

Zihninizde karanlık bir mağara tasavvur edin. Sırtlarını mağaranın girişine yani ışığa dönmüş ve hareket edememeleri için zincirlenmiş insanlar olduğunu düşünün içinde. Öyle ki doğdukları günden beri mağaranın kapısına arkaları dönük olarak ayaklarından ve boyunlarından zincire vurulmuş şekilde oturmaya mahkûm insanlar. Bu insanlar yalnızca önlerindeki duvara bakabilir, başka şansları yok. Mağaranın kapısını göremezler. Mağaranın dışında ışıl ışıl bir güneş var ve mağaranın kapısından içeri giren ışığın aydınlattığı karşı duvarda, kapının önünden geçen başka insanların, hayvanların ve taşıdıkları şeylerin gölgelerini izlemlerler. Mağaranın duvarına bakan zincirli insanlar, geçen insanların önlerindeki duvardaki yansımalarından başka hiçbir şey göremediklerinden bunları gerçek zanneder. Bizler de yeryüzünde aynı durumdayız. Bu dünyada gördüklerimiz gölgelerdir sadece. Gerçekler, yani idealar ise başka bir evrendedir.

Bu mahkûmların sahip oldukları bilgi, onların gözleriyle ve kulaklarıyla kazandıkları duyusal bilgidir ve bu görsel bilgi duvardaki gölgelerin, yani görünüşlerin bilgisidir. İçlerinden biri kurtulur ve dışarı çıkıp gölgelerin asıl kaynağını görürse kendisi de bu gördüklerine inanamaz. İnsan için yanılgılardan kurtulmak, eski alışkanlıkları terk etmek çok güç olduğundan, o muhtemelen yeni duruma alışamayacak ve daha önce görmüş olduğu şeyler, ona daha gerçek görünmeye devam edecektir. Tekrar mağaraya girip gördüklerini anlatmaya başladığındaysa içerdekileri, duvarda gördüklerinin yansıma olduğuna ve gerçeğin mağaranın dışında yaşanıyor olduğuna inandıramayacaktır.

Biz insanlar gölgeler evreninde yaşıyoruz. İnsan, aklını kullanarak, bilgi aracılığıyla gölgeler evreninin sınırlarını aşarak idealar evrenine yaklaşabilir. Her ne kadar gölgeler evreninde yaşıyor olsak da bir idealar evreni olduğunu bilir ve hissederiz. İdealar, gerçekliklerini “İyi” ideasından alırlar. İyi ideası mutlak olarak iyidir. Bu idea tanımlanamaz; ama mistik deneyimlerle az çok açıklanabilir. Peki, kimdir ya da nedir bu iyi ideası? Elbette Tanrı!

Anlaşılacağı üzere idealar evreni, mutlak iyi olan Tanrı’nın yanındadır. Görünüş evreninde yaşayan bizler ve tüm diğer canlı-cansız her şey bu idealar evrenindeki gerçek varlıkların yansımaları ya da diğer bir ifadeyle gölgeleriyiz. Bu kabulle birlikte Platon’un insan ruhuyla ilgili görüşlerine de ulaşabiliriz. Platon’a göre insan ya da insan ruhu, başlangıçsız ve sonu olmayan idealar evreni ile ölümlü ve bozulabilir olan gölgeler evreni arasında bulunur. Yine bir soru çıkar burada karşımıza; insan ideaların var olduğunu nereden biliyor? Söz gelimi karşımdaki tabloyu güzel bulduğumu varsayalım. Acaba daha önceden güzelliğin ne olduğunu bilmeseydim, şimdi onu, yani güzeli tanıyabilir miydim? Ben de bir his uyandırsa da ona güzel diyebilir miydim? Şayet bende bir güzellik ideali bulunmasaydı ve karşımda duran tabloyu bu ideale göre ölçmeseydim, onun güzel olduğunu kavrayabilir miydim? Tek tek nesnelerin güzel olduğunu kavrayabilmem için mutlaka önceden bilmem gerekir. Karşımdaki obje her neyse, elbette bende güzellik hissi uyandırabilir; ama benim öncesinde illa ki güzellik idealini bilmem gerekir. Bu da Tanrı’nın yaratıcılığının eseridir. Gölgeler evrenindeki her bir gölgeye var olan ideallerin bilgisini yerleştiren Tanrı’dır. Ben ya da biz de güzeli, iyiyi, kötüyü ve daha nice sıfatı ve sıfatlandırmayı bu sayede yapabilmekteyiz.

O halde soruyorum sizlere; okullarda felsefe derslerinin okutulmasının kime, ne zararı var bu kadar? Neden korkuluyor filozoflardan? Düşünmekten korkan, hatta düşünmeyi bilmeyen insanlar yetiştirmekten başka ne faydası olabilir ki bunun? Ve böyle insanlar yetiştirmenin kime faydası dokunur en çok?

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol