Türk edebiyatının birbirinden güzel masalları ve fıkraları varken neden geceleri televizyon izleyerek uyuyor ki çocuklarımız. Eskiler ne güzeldi. Fıkralarla eğlenir, eğlendirirdik. Düşünürken öğrenir, öğrenirken gülerdik. Bize masallar anlatırdı büyüklerimiz. Hem hayal dünyamızı besler hem de bize ders çıkarma ve doğruyu bulma şansı verirlerdi. İyilerin daima kazandığı, kötülerinse cezasını bulduğu masallarımız çocuklara birçok değeri kendiliğinden öğretirdi. Hayata bakmayı öğretmiyoruz çocuklara masal anlatmayı bıraktığımızdan beri. Üstelik dünya eskisi kadar saf ve temiz değilken bu yaptığımız resmen bir suç. Mesafelerin ortadan kalktığı, ben ve öteki, özne ve nesne, gerçeklik ve görüntü arasındaki sınırların belirsizleştiği günümüzde doğru yolu bulabilmek bu denli zorken neden onlara Türk olmanın değerlerini ve insan olmanın iyi yanlarını güldürürken düşündürerek öğreten masallarımızı terk ettik?

Keloğlan, dul annesi dışında kimsesiz ve her daim yoksul bir masal kahramanımız mesela. Gücün karşısında halkı temsil eden Keloğlan, karşısına çıkan sorunlarla kimi zaman gülerek kimi zaman üzülerek baş etse de insanımızın kıvrak zekasını, zorluklar karşısındaki yılmazlığını, kötülere rağmen iyi yürekliliğini ve mantığıyla hareket etme yeteneğini temsil eder. Her masala sıfırdan başlayan Keloğlan, saflığı ve iyi niyetiyle neredeyse bütün masalların sonunda padişahın kızıyla evlenerek zenginleşir ve statü atlar. Kötülere isyan eden Keloğlan, asla pes etmez ve hep kazanır. Çocuklarımızın iyi kazanımları için ne güzel bir örnektir bu.

Nasrettin Hoca ise hazırcevap kişiliğiyle bilgece dersler verebilen bir fıkra kahramanımızdır. İçinde yaşadığı toplumunu çok iyi gözlemleyen ve tanıyan Nasrettin Hoca, toplumdaki hataları ya da aksayan yönleri düzeltmeye çabalayan, insanlara daima doğru yolu işaret eden, hataları hoş gören, zeki bir kahramandır. Çocuklarımız açısından bu kazanımlar değerli değil midir?

İlhan Şengül’ün hazırladığı ve Adile Naşit’in sunduğu, pedagojik bir anlayış içinde hazırlanan ve yayınlandığı dönemde birçok ödül alan “Uykudan Önce” programı, 1980’li yılların unutulmazları arasındaydı. O tarihlerde çocuk olduğumu düşünürsek, bize “Kuzucuklarım” diye hitap eden Masalcı Teyze Adile Naşit ile Parmak Çocuk Hikayesi, Tembel Çocuğun Eşeği, Değirmencinin Oğlu, Hasta Fok Balığı, Kuşlar Ne Zaman Öter gibi birçok masalla hayvan sevgisi aşılanırdık.

“Adam Olacak Çocuk”, 1988-1998 yılları arasında sunuculuğunu Barış Manço’nun yaptığı çocuklara yönelik bir söyleşi programıydı. Barış Manço programlarda, katılan çocuklarla söyleşi yapar, öğütler verir, oyuncaklar dağıtır, şarkılar söylerdi. Çocuklara ulaşmanın önemli ve bir o kadar da basit olduğunun ispatıydı. Masal yoktu belki; ama aynı öğreticilik bu programda da vardı.

Bu günlerde de Suat Turgut’un yürüttüğü muhteşem projeler var. Farklı seriler halinde hazırlanmış olan “Adam Olmuş Çocuklar” ve “Adam Olacak Çocuklar” setleriyle çocuklarımız bütün önemli ve başarılı Türklerin hayatını ve başarı hikayesini karikatürler eşliğinde öğrenme fırsatı buluyor. Göktürkçe serisinde de Türklerin bu muhteşem alfabesiyle tanışma şansı bulan çocuklarımız için harika bir değerler seti hazırlanmış. En güzellerinden biri de masallara farklı sonlar yazarak oluşturulan “O masalla artık öyle bitmiyor” serisi. Ayrıca “Uyanış” adındaki oyun sayesinde monopolyden daha yararlı ve eğlenceli bir oyunun içinde buluyorsunuz kendinizi. İçindeki sorularla oyun oynarken Türk tarihini de öğretiyorsunuz çocuklarınıza.

Tabletler, telefonlar, bilgisayarlar bir köşede dursunlar. Nasılsa ömür boyu mahkûm onlara insanoğlu. Zehirden olabildiğince uzak tutalım çocuklarımızı. Ruhlarını ve kimliklerini besleyelim. Kim olduklarını bilerek ve kim olacaklarına karar vererek ayakları yere sağlam basan bireyler olsunlar. Onlar bizim geleceğimiz…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol