Türkiye’de siyasî anlamda sol ve sağ kavramları muğlaktır. Sol yaklaşım, toplum olaylarına sınıf farkları açısından bakar. Bu yaklaşımın tutarlı olabilmesi için toplumun sınıflardan oluşması gerektir. Dahası yine sol kuramcılara göre sınıfın olması yeterli değildir, bireyler hangi sınıfın üyesi olduklarının ve bu sınıf içindeki hak ve görevlerinin farkında olmalıdır ki buna “sınıf bilinci” diyorlar.

Peki Osmanlı’da ve onun devamı olan Türkiye Cumhuriyet’inde sınıf ya da sol bakış açısının anlattığı işçi, köylü, burjuva sınıfları var mıdır? Çatışma sınıflar arasındaki bir emek – sermaye çatışması mıdır? Yoksa Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan bir ilerici-gerici çatışması mıdır? Peki ilerici kim gerici kimdir? Sol kesimin çok sevdiği bir şair olan Nazım Hikmet Ran tanımlasın: “Türkiye’deki insanlar vicdani kanaatleri ne olursa olsun, hangi partiye mensup bulunurlarsa bulunsunlar eğer Türkiye’nin gerçek milli bağımsızlığından yanaysalar, yani daha açık konuşalım eğer Türkiye’den Amerikan hakimiyetinin defolup gitmesinden yanaysalar, Türkiye sanayisinin gelişmesinden yanaysalar, Türkiye’de hayatın ucuzlamasından yanaysalar, Türkiye’nin tarihinin eski şerefiyle devam etmesinden yanaysalar; yani Türk haysiyetini ve şerefini taşıyorlarsa ileri insanlardır, hangi kanaate mensup olurlarsa olsunlar.” ilericidir. Artık kim ilerici, kim gerçi varın siz karar verin. Yani bir insanın ilericiliğini belirleyen şey, içinde bulunduğu sınıf ya da savunduğu ideolojik sisteme göre solcu ya da sağcı olması değildir.

1785-1839 arası Osmanlı’da karışıklıkların tepe noktasına ulaştığı bir dönemdir. Osmanlı; Ruslarla ve kendi içerisindeki etnik grupların ayaklanmalarıyla uğraşırken kan kaybetmeye devam eder. II. Sultan Mahmut, Osmanlı’nın eski haysiyetine kavuşması, tekrar ayağa kalkması için bir dizi yenilik getirir. Ne yazık ki Osmanlı sülalesi dahil, birçok çıkar grubunun tepkisini çeker. “Gâvur padişah” adıyla tarihe geçer.

1839-1878 arası Fransız aydının monarşik rejimlere karşı itirazları; eşitlik, özgürlük ve adalet kavramları, Osmanlı aydınını parçalanmaya devam eden Osmanlı İmparatorluğu’nu kurtarma çabalarına rehber olur. Jön Türk grubu etnik ve dinî bir fark gözetmeden bütün vatandaşların bireysel hak ve özgürlüklerinin korunduğu meşrûtî bir rejimi kabul ettirmek için savaşır ve 1839’da ilk anayasayı kabul ettirip padişahın yetkilerini kısıtlayarak sınırlı da olsa halkın yönetime katılmasına ön ayak olur. Amaçları güçlü ve tek parça bir Osmanlı yaratmaktır. Osmanlının haysiyet ve şerefiyle yoluna devam etmesidir.

1879’da Sultan Abdülhamit, Osmanlı-Rus Savaşı’nı gerekçe göstererek meclisi ve yetkilerini ellerinden alarak Jön Türk mensubu aydınları dağıtır. Ciddi bir baskı dönemi başlar. Genç Osmanlı subayları ve aydınları git gide artan baskı, ekonomik çöküş ve parçalanış karşısında hal çareleri arar. İslamcılık, Osmanlıcılık ve Türkçülük fikirlerine yaslanır. Gayr-ı müslim tebaanın ayrılıkçı hareketleri Osmanlıcılık siyasetini, Türk olmayan Müslüman tebaanın ayrılıkçı hareketleri İslamcılık siyasetini boşa çıkarır. Yusuf Akçura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı makalesini okuyunuz.

1908’de İttihatçılar sultanı zorlayarak II. Meşrutiyet’i ilan ettirir. 1920’ye kadar İttihatçı aydın ve askerler iktidarda oldukları sürece Balkan Savaşları’yla, 1. Dünya Savaşı’yla, din farkı olmaksızın gayr-ı Türk tebaa ve hatta içerideki bir türlü milletleşememiş, bireyleşememiş çıkar gruplarıyla savaşmak zorundadır. 1900’lü yılların başından itibaren Gaspıralı, Yusuf Akçura, Mehmet Emin Resulzade, Ziya Gökalp gibi birçok aydın eserleri ve kurdukları derneklerle Türkçülük düşüncesini işlerken İttihatçı subaylar da Türk’ün haysiyet ve şerefini savaş alanlarında korumak için çalışırlar.

Mustafa Kemal Atatürk, 1923’te noktayı koyar. Tüm işbirlikçileriyle birlikte yabancı, işgalci devlet ve kurumlarını kovar. Türk’e yıllardır özlemini çektiği şeref ve haysiyetini geri verir. Sonucu beğenmeyen kesimlerce faşist, gerici ya da gâvur damgası vurulur. II. Sultan Mahmut’a da gâvur denmişti, ne ilginç.

Tarihi olay ve olgular değerlendirilirse: Çatışma, yeni bir düzen peşinde olan ve bu düzende de eski haysiyet ve şerefiyle yaşamak isteyen bir milletle bu şeref ve haysiyeti onun elinden almak isteyen güçler arasındadır. Bunlar sadece ekonomi ve üretime dayalı sınıf çatışmaları üzerinden değil; ilerlemek isteyenlerle istemeyenler arasındaki çatışmalar üzerinden değerlendirildiğinde Türkiye’de sol ya da sağ adlandırmasının ciddi şekilde yer değiştirdiği ve hatta yok olduğu görülür.

Halkları mahvetmek kabil değildir. Teşekkül eden bir millet, yaşayan bir millet ölmez. Türk milleti de böyle. Türk milleti denilen bir millet, Türkiye halkı denilen bir halk. Bu halkın yok olması imkansızdır. Ha! Ne demek istiyorum: Yani bugün yapılan terör şu veya bu partiye karşı değildir. Bugün yapılan terör şu veya bu kanaate karşı değildir, şu veya bu sınıfa karşı değildir. Bugün yapılan terör, Türk Milleti’ne karşıdır ve Türk milletini imha etmek için, yok etmek için yapılan terördür. Türk Milleti yok olmaz. Binaenaleyh, her şeye rağmen, Türk Milleti yaşayacaktır. Ve her şeye rağmen, biz 2. Millî Bağımsızlık Savaşından muzaffer çıkacağız…” diyor Nazım Hikmet Ran.

Bu nedenle, siyâsî kampı ya da dinî görüşü, adı, kullandığı terimler sistemi, attığı nutuklar ne olursa olsun Türk milletini yok sayan ve Türk milletinin imhası için İngiltere, Almanya, Amerika, Rusya, Fransa, Çin gibi güçlerle, bunların kurup destekledikleri birçok kuruluşla işbirliği içinde olup gericiliğin sembolü olmuş Seyyid Rıza, Şeyh Sait gibi etnik-dinî isyancıların mezarları önünde nutuklar atan, bunların günümüzdeki uzantıları FETÖ ya da PKK/YPG gibi örgütlerin yanında duran insanlar, istedikleri kadar laik, demokratik, hukuk devleti, eşitlik, kardeşlik ve adalet masalları okusunlar ilerici olamayacaklar.

Bu açıdan bakarsak ilericiler solcudur argümanı da yıkılır; bu yüzdendir ki milliyetçi kuramcıların ve takipçilerinin hiçbiri kendilerini sol ya da sağ olarak nitelendirmez. Çatışma klasik solcu ile sağcı çatışması değildir; Türk milletinin var olmasını isteyenlerle yok olmasını isteyenler arasındadır. Başka bir deyişle ilerici ve gerici arasındadır. Ben demiyorum, sosyalistlerin en sevdiği şair, Nazım Hikmet söylüyor…

NOT: I. Dünya Savaşı sonunda vatanımızı işgal eden devletlere yaranmak için kurulan sözde mahkemede idama mahkûm edilen ve 10 Nisan 1919'da şehit edilen, “Fertler ölür, Türk milleti yaşar.” diyen Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey'i rahmetle anıyoruz.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol