Türk-Yunan ilişkilerini tek bir kelimeyle özetleyecek olursak o kelime muhtemelen “rekabet” olurdu. İki komşu ülke tarih boyunca birçok hususta ters düştü ve kimi sorunların çözümü sürekli ertelendi. Bu yazı dizisine başlamaya karar verdiğimde aklımda Türkiye ve Yunanistan arasında peyda olmuş onlarca sorun belirdi. Fakat yalnızca sorunları gündeme getirmenin bu noktada doğru bir tercih olmayacağını düşündüm çünkü çıkarların kesiştiği noktalarda asgari düzeyde de olsa iki ülke arasında dayanışma örneklerinin yaşandığına da şahit olmak mümkün.

                Yüzlerce yıl Osmanlı himayesinde kalan Yunanistan, 1829 Edirne Anlaşması ile bağımsızlığını ilan etti. Bu tarihten sonra ulus devlet anlayışıyla kimlik inşasına başlayan hükumet, halkın nezdinde meşruiyetini sağlayabilmek adına kendisine bir karşıt belirlemeye karar verdi. Bu karşıt elbette Osmanlı yani Türkler olacaktı. Yunanistan’ın ulusal kimliğini Türk karşıtlığı üzerinden inşa etme çabası iki ülkenin algısını şekillendiren ilk unsur oldu. Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı izlediği menfi yaklaşımın en uç noktası ise I.Dünya Savaşı’nın ardından İngilizlerin desteğiyle Anadolu topraklarını işgal etmeye kalkışmasıyla yaşandı. İşgal kuvvetlerinin Anadolu topraklarından atılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti kuruldu ve nihayetinde bu kalkışma Türkiye ve Yunanistan arasında iplerin tamamen kopmasına neden oldu.

                Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından ise ilişkilerde yepyeni bir sayfa açıldı. Özellikle iki ülkenin liderleri (Mustafa Kemal Atatürk ve Eleftoros Venizelos) arasında oluşan dostluk, sürecin olumlu yönde şekillenmesinde etkili olan ilk unsur oldu. Aslına bakarsak bu dönemde her iki devlet de uluslararası ilişkilerin en popüler kavramlarından biri olan güç dengesi politikasını uygulamayı tercih etti. Bunun nedeniyse saldırgan ve yayılmacı bir politika izleyen İtalya ve Bulgaristan’a karşı görünmez bir duvar örme çabası olmuştur. İşte tam da bu noktada çıkarları kesişen Türkiye ve Yunanistan Akdeniz havzasında ve balkanlarda birlikte hareket etmek adına bir takım kararlar aldı ve Türk-Yunan ilişkilerinin altın çağı başlamış oldu. Türkiye açısından bakıldığında birkaç sene evvel (1919-1922) topraklarını işgal etmeye çalışan bir devletle iyi ilişkiler kurmaya çalışmak eleştirilebilir görünüyor fakat özellikle belirtmek istediğim nokta, bu dönemde hem Yunanistan’ın hem de Türkiye’nin politik anlamda dönemin gerektirdiği gibi davrandığıdır, nitekim sürecin devamına bakıldığında bu adımların neden atıldığı da daha net bir şekilde anlaşılmaktadır.

                İlişkilerin bir adım daha ileri taşınması ve somutlaştırılması adına Yunanistan Başbakanı Venizelos ile Dışişleri Bakanı Mihalokopalos 26 Ekim 1930 tarihinde Türkiye’ye geldi ve sırasıyla İstanbul ve Ankara’yı ziyaret etti. Yunanistan başbakanı Venizelos Ankara’da yaptığı bir konuşmada kalbi bir dostlukla Türkiye ile birlikte çalışmak için yola çıktıklarını, birleşerek Balkan, hatta Avrupa barışının dayanaklarını kurabileceklerini ve Balkan ittihadından ümitli olduğundan bahsetti. Akabinde “Dostluk Mesajı, Ticaret ve İkamet Mukavelesi ve Bahri Protokol” olmak üzere üç protokol imzalandı. İmzalanan bu protokoller kesişen çıkarların tescillenmesi hususunda Lozan Antlaşması’ndan sonra atılan ilk somut adım olarak tarihe geçti. Kıbrıs meselesinin patlak vermesine kadar sürecek bu dostane ilişkiler siyasi paslaşmalarla hız kazandı. Bu dönemde Türkiye, Yunanistan, Romanya ve          Yugoslavya’nın kaygıları ortaktı. Sınır güvenliğinden ve muhtemel bir savaştan endişe duyan devletler Türkiye ve Yunanistan’ın önderliğinde geniş çaplı bir mutabakata vardı ve Balkan Antantı ile karşılıklı olarak sınırlarını güvence altına aldı. Bu anlaşma Balkanlar’da barışın korunmasına kısa süreli de olsa katkı sağladı ama İtalya’nın güçlenerek Akdeniz’de ciddi bir tehdit oluşturmaya başladığı gerçeğini değiştirmedi.

                Bilhassa 1930’ların ikinci yarısı Türk-Yunan ilişkileri açısından sorunların hemen hemen tamamının rafa kalktığı dönem olarak tarihe geçti. Yunanistan’ın II.Dünya Savaşı döneminde İtalya ve Almanya tarafından işgale uğramasıyla ise ilişkiler sekteye uğradı. Savaştan sonra “altın çağ” yerini dur durak bilmeyen dalgalanmalara bıraktı. Tarihçiler ve siyaset bilimciler için konuşacak, anlatacak hem müspet hem menfi yüzlerce hadise meydana gelmeye başladı.

               

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol