Yanı başımızdaki Bulgaristan’da çok sayıda Türk-Müslüman yaşamakta. Bugünlere gelebilmek için ağır bedeller ödeyen bu insanlar; geçmişte yaşadıklarını hala kalbinin en derinlerinde hissediyor. Biz bu yazı dizisinde Bulgaristan’ın özerkliğini ilan ettiği 93 Harbi’nin ardından yaşananların bölgedeki Türklere etkilerini kronolojik sıra ile ele alacağız.

                Geçtiğimiz hafta Balkan Savaşları’ndan sonra Bulgaristan’daki Türklerin mevcut konumundan ve yeni kurulmuş Bulgar devletinin Türklere bakış açısından bahsetmiştik.

                1915 yılına gelindiğinde daha önce dünyada görülmemiş boyutlarda bir savaşın çanları çalıyordu. Artık Osmanlı’nın yıkılmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Balkan ulusları yeni kurulan devletlerini yaşatmaya çalışıyor ve Osmanlı mirasından en büyük payı kapma mücadelesi veriyordu. Bulgaristan ise bu mücadeleyi veren devletlerin başında geliyordu. Demografik anlamda Bulgarlar ve Türklerden oluşan Bulgaristan, hem sınırları içinde yaşayan Türkleri saf dışı bırakarak ırk temelli bir devlet inşa etmeye çalışıyor hem de II. Balkan Savaşı’nda kaybettiği Makedonya topraklarını yeniden kazanmak istiyordu. İşte tüm bu sebeplerle 14 Ekim 1915’te I. Dünya Savaşı’na katılan Bulgaristan, öngöremediği şekilde cepheler arasında sıkışıp kaldı ve savaştan yenik ayrıldı. Savaşın sonunda yoğunlukla Türklerin yaşadığı Batı Trakya bölgesini Yunanistan’a kaptırarak Ege Denizine olan tek çıkışını kaybetti. Bulgar mezaliminden kurtulan Batı Trakya bu sefer de Yunan mezalimine maruz kalacaktı… I. Dünya Savaşı’nda Bulgaristan ve Osmanlı Devleti’nin aynı cephede yer almasının Batı Trakya’yı Bulgaristan’dan ayıran Rodop Dağları’nın kuzeyinde yaşayan Türklere ise rahat bir nefes aldırdığını söyleyebiliriz. Fakat asıl belirtmemiz gereken konu bu dönemde dahi Bulgaristan Türklerinin Anadolu’ya göçünün durmadığı gerçeğidir. 1913-1934 yılları arasında her yıl ortalama 10-12 bin Türk Anadolu’ya göç etmiştir. Bu da yeni kurulan Bulgaristan devletinin, savaşa Türklerin müttefiki olarak katılmasına rağmen kendi sınırları içinde yaşayan Türk nüfusun güvenini kazanmaktan çok uzak olduğunu göstermektedir.

                20.yüzyılın başlarından itibaren Balkanlar’da yaşamını sürdüren tüm uluslar gibi Bulgarlar için de işler pek yolunda gitmiyordu. Savaşlarda alınan yenilgiler ülkede her anlamda onlarca krize neden olmuş, halk yoksullaşmış, üretim durmuş ve henüz siyasi anlamda örgütlenme tamamlanamamıştı. Ülke monarşik diktatörlükle yönetiliyor ve Kral III. Boris’in elinde büyük bir güç bulunuyordu. İşte böyle bir ortamda savaş çanları yeniden çalmaya başladı. Avrupa hızla büyük bir savaşa sürükleniyor ve kendisiyle beraber tüm dünyayı girdabın içine çekiyordu. Bulgaristan sembolik anlamda olsa da II. Dünya Savaşı’na da katılmaktan geri kalmadı. Hitler Almanya’sının tüm Avrupa’yı talan ettiği dönemde İngiltere ve ABD’ye savaş ilan eden Bulgaristan bu savaşı da kaybetti ve bir kez daha kendisini büyük çaplı bir siyasi çıkmazın kucağında buldu.

                II. Dünya Savaşı’nın ertesinde Balkanlar hızla kutuplaşmaya başladı. Artık Balkanlar’da bir tarafta ABD etkisi altında olan Türkiye ve Yunanistan diğer tarafta ise Sovyet etkisi altında olan Romanya, Yugoslavya, Arnavutluk ve Bulgaristan vardı. Soğuk Savaş döneminde özellikle 1950’li yıllardan itibaren Türkiye ve Bulgaristan’ın farklı kutuplarda yer alması Bulgaristan Türkleri için en zorlu dönemin kapılarının aralanması anlamına geliyordu. Bulgaristan Komünist Partisi Bulgarlar nezdinde meşruiyetini sağlayabilmek adına ülke içinde karşıt bir grup oluşturmak istiyor ve Müslüman Türkleri bu politikasına alet etmeye hazırlanıyordu. 1950 yılına gelindiğinde Bulgar Komünist Partisi, Bulgaristan Türklerini tam bir “anksiyete” haline getirmiş ve çirkin oyunlarına başlamıştı bile. 1950-1951 yılları arasında Bulgaristan’dan 154 bin Türk, Türkiye’ye göç etmiş ve göçler devam ediyorken Türk hükumeti sınırları kapatıp vize uygulamasına geçmek zorunda kalmıştır. Sonrasında Türk hükumetince; Bulgaristan’ın göç şartlarına uymamasından dolayı sınırın kapatıldığı açıklaması yapılmış ve Bulgaristan Türklerine Türkiye kapılarının her zaman açık olduğu belirtilmiştir. Ayrıca Türkiye’ye ulaşan göçmenler için çeşitli yardım kuruluşları kurulmuş ve maddi manevi her şeyini geride bırakarak Türkiye’ye ulaşan Türklere gerekli yardımın sağlanması amaçlanmıştır. Bu dönemde, kısa sürede gerçekleşen bu denli büyük bir göç dalgasını Türkiye ekonomisinin kaldırıp kaldıramayacağı tartışmalarının yaşandığını da belirtmek gerekir.

                1950-1951 Göçünden sonra Bulgaristan’da kalan Türkler için ise yaklaşık 40 yıl süreyle yaşam her geçen gün zorlaşacak ve bilhassa Todor Jivkov’un hükumete gelmesiyle aklın sınırlarını aşan hadiseler vuku bulmaya başlayacaktır…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol