Uzun zamandır istediği yolculuğa nihayet çıkabilmişti Hülya. Yüzünde kocaman bir tebessüm, içinde bayram sabahı gibi çocukça bir heyecanla çok mutluydu. "Yeni yerler görmek gerekli;  kendi bahçesinde yetişen bir ot gibi saman olup ölmek istemiyorum, yaşlandığımda anımsayıp mutlu olacağım anılar biriktirmek istiyorum" diyordu.

Hülya; orta yaşlarda, kumral dalgalı kısa saçlı, gülünce kahverengi gözleri de gülen, her zaman diyet yapmasına rağmen balık etli olmaktan kurtulamayan , esprili, neşeli, hayatı seven biriydi.

Yolculuğa yalnız çıkmıştı turda tanıdığı kimse yoktu ama zaten Bandırma ne kadarcık yerdi , genelde herkes birbirini tanır en azından göz aşinalığı olurdu. Onun da uzaktan selamlaştığı kişiler vardı yolculukta.

Yine kendisi gibi yalnız seyahat eden başka bir hanım oturuyordu yanında. Bu adı Dilek olan hanım küt kesim düz saçlı, gözlüklü , ciddi görünümlü , mesafeli, bakımlı ve hoş bir hanımdı.

Hülya içindeki heyecan ve sevgi dolu kişiliğiyle Dilek ile tanışmış , havadan sudan muhabbet açmaya çalışmış, ancak yanındaki hanım sohbet etmeye yanaşmamış kısa ve öz cümlelerle onu geçiştirmişti. Bir hafta bu soğuk sevimsiz hanımla nasıl geçecek diye düşündü ,sonra belki de böylesinin daha iyi olacağına , etrafa daha bir konsantre olup , kitap okumak için bile fırsatının olabileceğine karar verdi.

Arabanın tamamı orta yaş civarıydı , üç aşağı beş yukarı aynı yaşlardaki insanlar seyahat ediyordu. Önündeki koltukta evli bir çift oturuyordu. Arkada iki tane yalnız hanım görünce hanımefendi eşine daha bir sarılmış sanki" Bu adam benim ayağınızı denk alıp ona göre davranın "diye mesaj veriyordu. Arkadaki koltukta tombul kolunda bilezikler olan , bilmiş bir eda ile etrafa bakıp sürekli bir şeyler anlatan kendini beğenmiş bir hanım oturuyor , yanında da o ne derse noter gibi onaylayan mütemadiyen evet, tâbi, haklısın diyen sessiz sakin arkadaşı oturuyordu. Yan koltukta yaşına gitmeyecek tarzda abartılı giyinmiş, saçlarına dikkat çeken bir bant takmış, dudaklarına kırmızı bir ruj süren yanında oturan arkadaşının her söylediği şeye şen kahkahalar atan biri oturuyordu.

Bakışlarını pencereden dışarıya çevirdi ,cama doğru eğilip camdaki buharı eliyle sildi ama yine bişey görünmüyordu. Buralardan gündüz geçip bu güzel manzarayı görmek isterdi, işte o zaman yolculuğun keyfine doyum olmazdı ama gündüz uçak yolculuğuna yetişmeleri için gece yolculuğu gerekliydi. Otobüsün ışıkları sönünce İlk dakikalarda hülya da uykuya yenik düşüp uyuyup kaldı.

Sabah olmuş yolculuğun uçaklı olan kısmı için İstanbul'a varmışlar ve uçak yolculuğu başlamıştı. Dilek yine yanında oturuyordu. Uykusuz ve yorgundu , sabaha kadar ayaklarını yere sarkıttığı için ayakları şişmiş, saçları darmadağın olmuştu. "Berbat görünüyor olmalıyım" diye düşündü, çantasından küçük aynasını çıkarıp yüzüne baktı, eliyle saçlarını düzeltti.

Bir hafta güneyin güzel yerlerini gezecek olmanın dışında aklına takılan başka bir şey de onu heyecanlandırıyordu. Yıllar önce henüz gencecik bir kız olduğu zamanlardaki erkek arkadaşını yıllar sonra bulmuş, bir kaç yıldır iki eski dost gibi zaman zaman sohbet ediyorlardı. O Antalya'da yaşıyordu ona bu yolculuktan söz etmiş hatta tarihi bile vermişti. Arkadaşı güzel yerler olduğunu gezip görmesi gerektiğini söyleyip iyi yolculuklar dilemiş başka da yorum yapmamıştı.

Hülya yıllar önce evlilik planları yaparken onu yüzüstü bırakıp terketmiş, ayrıldığı eşiyle evlenmişti . Yıllar sonra bir tesadüf eseri Gökhan'ı tekrar bulmuş, başlarda iki yabancı gibi mesafeli konuşsalarda zaman içinde çok iyi anlaşan iki dost olmuşlar keyifli sohbetler ediyorlar hatta birbirlerine yeni tabirle "kanka" diyorlardı. Art niyetsiz masum sohbetlerinde çok eğleniyorlar kahkahalarla gülüyorlardı.

Gökhan ondan sonra okulunu bitirip evlenmiş, dünyalar güzeli bir kız bir erkek çocuğu olmuş ve anlayışlı sevecen bir eşi mutlu bir yuvası vardı. Hülya Gökhan gibi evliliğini yürütememiş ayrılmış olsada arkadaşının mutlu olduğunu görünce o da mutlu oluyor güzel yuvası için dualar ediyordu.

Bir gün yine birbirlerine yazarken Gökhan'ın lise sonda okuyan kızı Begüm'ün üniversiteyi Bandırma'da okursa kendisinde kalabileceğini onunla ilgilenmekten mutlu olacağını söyledi, Gökhan bu duruma hemen karşı çıkmış aynı yaşlarda olan Hülyanın oğluyla aynı evde kalmalarının doğru olmadığını söylemişti. Bunun üzerine Hülya geçmişte kendisinin onlarda kaldığını bir sorun olmadığını Gökhan'ın yanlış düşündüğünü söyledi. Gökhan cevap olarak kendisinin o zamanlar aşık bir genç olduğunu, sevdiği kıza zarar vermeyi aklının ucundan bile geçirmediğini söyledi. Hülya bu beklemediği cevap karşısında bir süre duraklamış sonra espiriye dökerek"Seni kaybeden aklıma tüküreyim"diye yazmıştı Gökhan'ın cevabı gecikmedi "ben de tüküreyim " her ikisi de kahkahalarla gülüyorlardı İlk gülen resmini Hülya göndermişti , ardından Gökhan'ında gülen resmi gelmiş resimlere bakıp tekrar gülüyorlardı.

Onlar artık iyi anlaşan iki iyi arkadaştı...

Hülya uçağın camından gökyüzünün pamuk şekerleri dediği bulutlara baktı, sonra eğildi yere doğru baktı... üzerinden geçtikleri şehir küçücük görünüyordu, tarlaları, dağları, ovaları sanki birer adımda geçip gidiyorlardı... yılların da bu şekilde hızla geçtiğini düşündü, yaşanılan herşey bu şehirler gibi geride kalıyordu...

Kaderin bize çizdiği senaryoyu mu oynuyoruz gerçekten ,yoksa aldığımız kararlar mı kaderimizi belirliyor?...

Kısa süre sonra şehrine varacağı adam hakkında ne düşünüyorum diye sordu kendine... sahi eski sevgilisi yeni kankası mıydı ?...yoksa Attila İlhan"Ayrılık da sevdaya dahil çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili" derken haklı mıydı ?...

Keşke gel deseydi , yıllar sonra eski arkadaşımı görmek istiyorum deseydi... gelirmiydi acaba...yok yok gelmesi zaten mümkün olamazdı, Antalya'nın ilçesinde yaşıyordu ve hafta içi olduğu için iş yerinden izin alması da mümkün olamazdı...

Yanında oturan soğuk Dilek uçak fobisi yüzünden durmadan onunla birşeyler konuşmaya çalışıyordu . O soğuk kadın bir gecedir tanıdığı değilde sanki yıllardır tanışıyorlar gibi samimi davranıyordu. Bu kez Hülya kısa ve öz cevaplar veriyor konuşmak istemiyordu... çünkü o Gökhan'ı düşünmek istiyordu...

Nihayet uçak inmiş onları tura götürecek otobüse doğru yürüyorlardı... güneşli güzel bir gündü güneşten kırpışan gözlerine güneş gözlüğünü taktı etrafa bakmaya Antalya'yı tanımaya çalıştı ,bir yandan da gelir mi acaba diye de umud ediyordu... etrafına bakıp tanıdık bir yüz göremeyince  "Aman hülya sende gelmesi mümkün değil işte, boşuna hayal kurma hem gelip seni bu halde mi görmesini istiyorsun"diye kendini bir güzel payladı. Gece yolculuğu yapacağı için rahat olsun diye eşofman giymişti üstelik az önce uçakta üzerine kola dökülmüş sileyim derken daha beter leke yapmıştı... saçları dağınık , yolculuk yüzünden yüzü gözü şişmişti berbat görünüyorum diye düşünüyordu...

Otobüse bindi, koltuğuna oturdu . Rehber on dakika ihtiyaç için bekleyelim on dakika sonra hareket demişti. O da tuvalete gidip gitmeme konusunda kararsız kaldı sonra vazgeçti, tanımadığım bir havaalanında kaybolmak istemiyorum dedi ve telefonuyla oynayarak vakit geçirmeye çalıştı.

Tam telefona dalmak üzereyken"afedersiniz Bandırma yolcularını taşıyan otobüs bu mu" diyen bir ses duydu , başını kaldırıp sesin geldiği yöne doğru baktı nefes nefese kalmış sesin sahibi ile göz göze geldi... karşısında takım elbise giymiş, farkedilmemesi mümkün olmayan oldukça uzun boylu kişinin Gökhan olduğunu gördü...

Gelmişti işte!...

Büyük bir sevinçle gülümseyerek ona doğru gitti her ikisi de aynı anda hoş geldin diyerek  iki eski dost gibi sarıldı... yüreği ağzında atıyordu... otobüsten inip en yakındaki banka oturdular, Hülya sevinçten ellerini ağzına götürmüş yüzünde şaşkın ama çok mutlu bir ifade vardı... sürekli geldiği için Gökhan'a teşekkür ediyor mutluluğunu ifade edecek kelime sıkıntısı çekiyordu... Gökhan da geziyi öğrendiği ilk andan itibaren gelmek istediğini kesinleşmeden bişey söylemek istemediği için sürpriz olduğunu söylüyor en az hülya kadar heyecan yaşıyordu... birbirlerine hal hatır ve çocuklarını sordular... birbirlerine baktılar tabi ki resimlerden farklı görünüyorlardı ve otuz yıl önceki gencecik insan değillerdi, buna rağmen yaşıtlarına göre iyi görünüyorlardı...ak düşen saçları omuzlarını düşürmemişti Gökhan'ın hâlâ dik duruyor oldukça yakışıklı görünüyordu . Hülya da  yolculuk yüzünden kötü göründüğünü düşünse de gayet hoş ve alımlı duruyordu...

Hülya arkadaşının gözlerinin içine bakıp mutlu olup olmadığını , hayatında onu üzen bir neden var mı diye sordu , Gökhan mutlu olduğunu bir sorun olmadığını söyledi...

Aradan otuz yıl geçmişti ve onlar aynı banka yan yana oturmuştu. İçine türlü kederi, sevinci sığdıran otuz Koca yıl... otuz kere mevsimler değişmiş yine ilkbahar olmuş ve Kader onları tamamen ters istikametten alıp işte yan yana aynı banka oturtmuştu...

Eğer Hülya'nın elinde bir silgi olsaydı geçmişine gidip Gökhan'dan ayrılma  ve eşiyle evlenme kararını siler, o kararın kölesi olarak yaşamaya devam etmez ve yoluna bu beyefendi adamla devam ederdi!...

İlk tanıştıkları yıllarda dergilerde boy boy resimleri olan Sibel Turnagöl'ün gözlerine benzetirdi Hülya'nın gözlerini , dergilerden kesip sakladığı gözlerin kendisine sevgiyle bakmasından ne çok mutlu olurdu... Hülya'da daha kirli sakal moda olmadığı dönemlerde onun kirli sakallı haline ve yüzüne düşen bir tutam saçına bayılır onu çok beğenirdi... Birbirlerine bakıyor, yıllar öncesinden bir tanıdıklık arıyorlardı...

Otobüsün camından diğer yolcular onlara merakla bakıyordu. Otobüs şoförü on dakika bitimine eliyle beş işareti yapıp onlara beş dakika vermişti... Koskoca beş dakika var diye sevindiler kaşla göz arasında bitecek beş dakika için...

Hülya Gökhan'ın yanında mutlu olmanın yanında huzur bulduğunu hissetti... huzur denen şey her zaman bulunmuyordu...bu uzun boylu adamın kolunun altına girip ona sarılmak istediğini onun kendisini bütün dünyaya karşı koruyacağını hissetti..."elimi uzatsam ben bir kez bıraktım bu elleri sen hiç bırakma desem tutar mı ellerimi "diye düşünürken aynı anda Gökhan da "işte yine aynı gözlerle bana bakıyor, ben yıllardır o gözlerin hayaliyle yaşadım , artık beni bu gözlerden mahrum bırakma desem benimle yeni bir hayat kurar mı "diye düşünüyordu... Sonra eşi ve çocukları gözünün önüne geldi , onlara bunu nasıl yapardı?... Nasıl bir anda herşeyden vazgeçip dibi görünmeyen bir suya kendini nasıl bırakırdı?...Ya Hülya geride bıraktığı sorumluluklarından nasıl vazgeçer, çocuklarına bunu nasıl yapardı... aldığı karar kendisi kadar çocuklarını da ilgilendiriyordu...

Tabiki yapamazlardı... geçmiş geçmişte kalmalı bu gün , bu günün sorumluluklarıyla  devam etmeliydi...

Şoförün korna sesiyle ayağa kalktılar , içlerindeki fırtınayı dindirip hafif bir tebessümle el sıkışıp tekrar iki eski dost gibi sarılıp ayrıldılar...

Hülya otobüse doğru giderken Gökhan arkadan sesleniyordu "Seni görmek güzeldi kanka gene gel..."

Hülya otobüse bindi gözden kayboluncaya kadar birbirlerine el salladılar belki de bir daha asla görüşeneyeceklerdi... Dilek o kim diye sordu ... hiç dedi Hülya eski bir arkadaşım... çok eski bir arkadaşım...

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol