YALNIZLIK-ÖZGÜRLÜK

Günlerin geceleri hasret ve yorgunlukla karşıladığı, nadasa bırakılmış günlerindeydi ömrünün. Dünyayı taşıyamıyordu çelimsiz omuzlarını taşıyan dermansız dizleri. Uslanmaz usunun ıssızlığında kendiliğiyle baş başa olmak onu çok mutlu ediyordu. Her zaman bir “öteki” gerekmeyeceği kanısındaydı. İnsan var olmak için ötekine muhtaç değildi. Toplumsallaşmak insan olmanın gereğiymiş gibi davranmıyordu. Koyun sürüsü gibi, eline gücü geçirenin söylediği masalsı ifadelere inanmıyordu. Bu sürüden acaba kaçı “Bunlar doğru mu?” diye düşünmüştü. Eline ne verirsen, kulağına ne söylersen ona göre yaşayan “robot insan” olmamaya kararlıydı. O sürekli sorguluyordu, şüphe duyuyordu. İlk sorusu “Ben kimim?” olmuştu düşünmeye ilk başladığında. Zamanı, daha ne olduğunun farkına varamadan tükenen pamuk helvalara benzetiyordu. Tadı damağında kalan bir tatlı sadece zaman. Fütursuzca eriyip giden.

İnsanlara güven duymaya çalışmak, onları tanımak için çabalamak, onları hayatına almak, onlara göre bir düzen kurmak ona göre boş bir çabalar dizisiydi. Sabahları ekmeğini, gazetesini yıllardan beri aynı marketten alıyordu. Sonra aynı yolu yürüyüp ağaçların göbeğindeki evine gidiyordu. Ama ne marketteki kadını ne de yol boyu var olan iki evde yaşayanları tanıyordu. Yalnızlığına ihanet etmek istemiyordu. 

Evinde telefonu yoktu. Televizyonsa ona göre çok gereksizdi. Kurmaca hayatların sahnelendiği o sahte dünyanın esaretinden kendini koruduğu için mutluydu. Onun için varsa yoksa kitaplarıydı. Platon’la devlet yönetimini, Aristoteles’le metafizik dünyayı, Thomas Moore’la da kendi ütopik dünyasını tartışıyordu gecelerce ve günlerce. Onlarla mutluydu. Kapris yapmıyorlar, bir şeyler istemiyorlar, beklenti içine girmiyorlardı. Sadece ihmal edildiklerinde vicdanında derin ve engin bir ses olup kulaklarında çanlar çalıyorlardı. 

Deniz kıyısında dalga sesleriyle konuşurdu bazen. Güneş, evinin bir penceresinden doğuyor diğerinden batıyordu. Huzurdu diğer ev arkadaşı.

Balıkçıların ardına düşmüş martılara takılırdı gözleri zaman zaman. “Onlar mı özgür yoksa ben mi?” diye düşünürdü.

Küçük bir evi vardı ama bahçesinde sayısız anısı vardı kitapları, yalnızlığı, deniz ve güneşle. Kapı, büyük oda ve mutfağın içinde olduğu alana açılıyordu. Duvarlarda sadece kitaplar vardı. Saat kullanmayı sevmezdi. Kimseye ve hiçbir şeye yetişmesi gerekmiyordu. Eriyen zamanı protesto ediyordu. Şöminenin karşısında el dokuma halısı ve sallanan sandalyesi vardı. Soğuk kış gecelerinde şöminesini yakar, sandalyesine kurulur ve o anda hesaplaşmakta olduğu kitabı eline alır, saatlerce okurdu. Pencerenin önündeki masasında yazardı genelde

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol