Durmaksızın kovalar ölüm hayatı. Yaşam der insanlar bu maratona. Bitmeyen işler, doyurulamayan istekler, sonu gelmez bir yolculuğa çıkmışçasına ardı ardına sıralanan planlar derken tüketilen zaman dilimidir yaşam. Çok geç anlarız bazı şeyleri. Acılar içinde öğreniriz gidince geri dönmeyen o vefasız sevgilinin zaman olduğunu. Zamana ve dile geçmez hükmümüz. Başına buyruk bu ikili yüzünden pişmanlıklar biriktiririz çoğumuz. Asla geri alınamadıklarını sürekli kaybedince öğreniriz hep.

Gözden kaçırırız her sabah baktığımız aynadaki yansımamızın ne kadar başkalaştığını. Anca yol biterken fark ederiz neleri kaybettiğimizi. Tekrarı olmaz zamanın. Defalarca aynı şeyi yaşarsın belki; ama her zaman farklıdır yaşananın zamanı. Böylece anlarız ellerimizden bizden bağımsız olarak kayıp giden hayatımızı. Safız işte, umacak kadar ölümsüzlüğü.

Biz geç kalmayız hiç. Hep erken gelir başkaları. Hem sonsuz hem de kısıtlıdır zaman. Planlayamayız bir türlü. Sabah uyanmak bile garanti değilken böbürleniriz aylar yıllar sonrasının planını yaparak. Akış halindeki sonsuzluğunda zamanın kabullenemeyiz durağan hayatlarımızı. Samanlıktaki iğne kadar önemli olmayı yediremeyiz kendimize. Polonyalı fizikçi ve kimyacı Marie Curie, Sırp fizikçi ve bilim adamı Nikola Tesla, temel fizik kurallarını bulan Isaac Newton, Fransız mikrobiyolog ve kimyager Louis Pasteur gibi doğanın, evrenin ve insanın sırrına erişen büyük üstatlar bile zamana meydan okuyamamışken hayalini kuruyoruz ebedi mevcudiyetin.

Kaydedilen anlar biriktiririz elimizden geldiğince. Fotoğraflara hapsederiz hareketsiz anları. Sesi soluğu çıkmayan, kolunu kanadını kıpırdatamayan çaresiz anlardır biriktirdiğimiz. Makinelere hapsederiz belirli akıcı zaman dilimlerini. Oturup izleriz defalarca. Sanarız ki yakaladık zamanı. Düşünürüz ki kontrol bizde. Zamanı tutsak ettik sanarız şaşkınca. Durdurabiliyoruz, bir ileri bir geri sarabiliyoruz, istersek kesiyor ya da ekliyoruz diye böbürleniriz safça. Oysa geç anlarız yanıldığımızı. Fark ederiz sonunda akışını kontrol ettiğimizi sandığımız zaman içinde asla seçme şansımız olmadığını. Görürüz hiç dönemediğimizi olduğumuz andan geriye ya da merak içinde gidemediğimizi geleceğe. Anlarız olanı hiçbir zaman ve koşulda değiştiremediğimizi. Kabul etmek kaçınılmaz bir idam sehpası gibi uzanır önümüzde. Aciziz karşısında zamanın. Kabul ettik mecburen. Gidince gelmeyen, akışını değiştirmeyen ve tekrar edilemeyen bu ulu düzen karşısında kabul ettik yenilgimizi. Biliyoruz artık “aynı nehirde iki kere” yıkanamayacağımızı.

Dünya devrik, tümceler devrik, ömürler devrik işte. Belirsiz kimin ne zaman ne olacağı, kimin nerde ne kadar ne kalacağı, ne yaşayacağı. Yine ders almaz kabadayılarız zaman karşısında. Günden güne çökerken inanıyoruz hâlâ bütün her şeyin bize bağlı olduğuna. Anlayamadık dünyanın bizim çevremizde dönmediğine. Hayalimizi yaşadığımızı sanarken devrik bir dünyada gelip geçici bir konuk olabiliyoruz sadece.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol