DANIŞILMIŞ BİLGİ

Meclis, Arapça bir sözcüktür. Arapça’daki cülus “oturmak” eyleminden türemiştir ve “bir konuyu konuşmak, görüşmek için yapılan toplantı, içtimâ” anlamındadır. Siyasî yaşamın vazgeçilmez kavramlarından biridir. Bazılarına göre 23 Nisan 1920 de, Batı’dan ithal edilmiş bidat bazılarına göre bağımsızlığın simgesi, bazılarına göre ise bağımsızlığın simgesidir.

Bir meclisin toplanarak yöneticiye danışmanlık etmesi geleneği aslında pek de Batı’ya özgü görünmüyor. Anadolu’da ve Asya’da kurulan devletlerin yönetim sistemlerinde yer aldığı ve Batı’nın aslında pek de ilişkisi olmayan Yunan uygarlığının üzerine çökmesiyle tanıdığı bir kurumdur meclis. Sümerlerde, düzenli ve güçlü orduları olmayan rahip krallar, mutlak otorite kuramazlar. Bunun karşısında din adamları ve esnaf locaları da güçlüdür. Esnaf locaları ve din adamlarının örgütlenmesi rahip kralın karşısında kent yönetimine etkin olarak katılan bir meclisin oluşmasına neden olur. Meclis’e Unken denirdi. Anadolu uygarlıklarından Hititlerde Pankuş adı verilen bir meclis vardır. Tarihte ilk kanun yapan, yönetiminde herkesin eşit haklara sahip olduğu ve özgür bir şekilde düşüncelerini getirebildiği bir kurumdur bu.

Asya’da ise üç büyük devlet kültürü bulunur. Türk, Çin ve Fars uygarlıkları. Çin ve Fars uygarlıklarında devlet yönetimi, tanrının gölgesi olası hükümdarların yönetimi üzerine kurulur. Bunlarda hükümdar yetkiyi tanrıdan almıştır ve masumiyet ilkesiyle korunur. Onlar hatasız ve yaptıklarından sorumlu olmayan Tanrı krallar olarak otoriter bir karaktere sahiptir.

Türklere gelirsek. Türk hükümdarları otoriterdir; ancak bu otoritelerini, halkın ve yönetimindeki diğer devlet görevlilerinin sevgi, güven ve bağlılıklarından alır. Çünkü Türk hükümdarı, kendisine Tanrı tarafından bahşedilen bilgiyi kullanır. Kut olarak adlandırılan bu bilgi, ilâhî kaynaklıdır; ancak ne hükümdar kendisini ne de halk hükümdarı Tanrı’nın yerine koymaz. Hükümdar, töreyi/ kanunu yapmak, huzur, refah ve barışı sağlamakla yükümlüdür. Bunları, Tanrının ona lutf ettiği akıl, bilgi ve beceri ile yapar. Yapabildiği ölçüde saygın ve sağlam bir hükümdar olur. Başaramazsa, toplum ona sırtını döner. Başarısız olduğu, yani kutunu yitirdiği için tahtından indirilen Türk hükümdarları bulunur.

Peki, hükümdar bunca işi tek başına mı yapar? Tabi ki hayır. Özendiğimiz, demokrasinin ilk örneği olarak gördüğümüz Anadolu şehir devletlerinde olduğu gibi danışma meclisi bulunur. Toy (kurultay ya da kengeş), hükümdara bağlı beyler ve ona tabi olan kralların katılmak zorunda oldukları, devlet işleyişine dair kararların alındığı bir meclistir. İki büyük ve bir küçük kurultay olmak üzere yılda üç kez toplanır. Büyük kurultaylardan ilki, töre tekliflerinin sunulduğu, ülkenin sorunlarının görüşüldüğü kurultaydır. İkinci kurultay bugünkü bütçe görüşmelerine benzer bir amaçla toplanır; savaş ve sayım kurultayıdır. İnsan, silah, malzeme sayısı, gelirler ve giderler planlanır. Bu kurultaylara yüksek rütbeli askerler, bağlı beyler ve tabi olan yabancı devlet yöneticileri katılmak zorundadır. Katılmamaları isyan olarak nitelendirilir. Küçük kurultay ise halkın katılımı ile hakanın başkanlığında toplanır. Boy beyleri seçilir, halk fikirlerini söyler. X. yüzyılda Türk yurtlarını gezen Arap kökenli İbn-i Fadlan “Seyhatname”sinde bu durumu şaşarak anlatır: Büyüklerine “Tengri” diyorlar. Aralarından biri reisine bir şey danışırken ‘Ey tengrim, şu şu konuda nasıl hareket edeyim?’ diyor. İdareleri şura iledir. Yalnız, bazen bir konuda ittifak edip o işi yapmaya karar verirler. İçlerinden en değersiz biri gelir bu ittifakı bozabilir.” Bu satırlardan anlaşılacağı gibi Türk hakan ya da yöneticileri sıradan insanların bile düşüncelerini dinleyerek hareket eden bir anlayışa sahiptirler. Bu nedenle denetimsiz, sorumsuz bir yönetim tarzına sahip değiller.

Hakan ve toy’dan başka ayuki adı verilen bir başka meclis de bulunur. Bu meclis bugünkü hükümet ve kabineye benzer. Bir çeşit bakanlar kuruludur. Hakan ve diğer devlet görevlilerinin yetki ve sorumlulukları içinde icraatlarını denetler. Ayuki, ayguçı adı verilen daha günümüzde vezir ya da başbakan gibi değerlendirebileceğimiz bilge, deneyimli bir yöneticinin başkanlığında toplanan buyruk unvanlı dokuz kişiden oluşur.

Toparlayacak olursak, Türk devlet yönetiminin üç ayağı bulunur. Hakan; Tanrı’dan aldığı kut’a dayanarak siyasî, kültürel, hukukî ve askerî yetkileri kısmen kullanan yöneticidir. Sosyal devlet anlayışı içinde halkın güven ve sevgisi ile makamını hak etmiş, yetki ve sorumlulukları denetlenen kişidir. Zorla yönetimi ele geçirmesi durumunda ya da seçildiği makamda başarısız olması durumunda halkın sırt çevirdiği bir yöneticidir. Toy yasama ve yürütme ile ilgili konuların istişare edildiği, karara bağlandığı meclistir. Ayuki, alınan kararların yürütüldüğü, yasaların uygulanmasından sorumlu bakanlar kuruludur. Bu üçü, birbirini denetler, birbirlerine karşı sorumludur. Bu nedenle hiçbir Türk hakanı; totaliter, monarşik bir yapı oluşturamamıştır.

23 Nisan 1920’de kurulmuş Türkiye Büyük Millet Meclisi, Batı’nın bidâdı, taklidi, Türk’ün fıtratına ters bir kurum değildir. Hatta "Müslümanlar hayat işlerini, istişareye ehil olanların arasında istişare ile yapacaklardır." (Şûra, 42/38) ayetine uygun olarak İslam’a da uygundur. Gazi Meclis, çeşitli bahanelerle hırpalandı, yetkileri kısıtlandı, kapatıldı ve hatta bombalandı. Gazi Meclis, her şeye rağmen kutlu hakanların Türk’ün başında Türk için yönetmek, bilge ayuguçıların töreyi uygulamak için çalıştıkları ve hakana danışmanlık ettikleri, özü sözü sağlam beylerin yön verdikleri kutlu toy olarak korunmalıdır.

Etkisizleştirilmiş ve yetkisizleştirilmiş, itibarsızlaştırılmış bir toyun Türk devlet geleneğiyle, Türk tipi bir yönetimle ilgisi olmadığı gibi, Türk milletine de faydası olmaz.

Kaşgarlı Mahmut’a kulak verelim: Kengeşliğ bilig üyreşür, kengeşsiz bilig obraşur. (Danışılmış bilgi güzelleşir, danışılmamış bilgi yıpranır.)

Sizce, bugün neredeyiz?

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol