Türkiye’de siyasî çatışma, -sol terminoloji üzerinden ifade edilecek olursa- bir emek sermaye çatışması değildir. Özetleyecek olursak birden çok unsuru yönetimi altında bulunduran bir imparatorluk olan Osmanlı toplumunda sınıf farkları oluşmamıştır. Ekonomik gücünü Türk ve Müslüman olmayan tebaaya kaptırmıştır ve Batı gibi sanayileşme fırsatını yakalayamamıştır. Bu nedenle de sınıfların gelişebileceği ekonomik, siyasî ve sosyal yapıya da sahip değildir. Bu durumda çatışma, emek sermaye arasında değil, emek ve sermayeyi oluşturacak kesimlerin zihniyetleri arasında yaşanır. Nasıl mı?

Tanzimat’ın ilânı ve Jön Türklerin önce İslamcılık ve Osmanlıcılık’a evrilecek çözüm yolları I. ve II. Meşrutiyet dönemlerinde yavaş yavaş bir millî bilince ve Türkçülük ya da milliyetçilik fikrinin yaygınlaşmasına yol açar. Bu konuda en büyük ders, Balkan Savaşları’ndan çıkarılacaktır. Talat Bey, Bulgaristan’dan döndüğünde durumu anlattığı Musa Kâzım Efendi: “Allah kahretsin! Bu adamlar Allah’tan da mı korkmuyorlar? Bu ne dinsizlik, ne imânsızlık…” dediğinde Talat Bey, bizce önemli bir tespit yapar: “Ah efendi, Allah korkusu insanı cennete kadar götürebilir; fakat Sofya’ya gitmek için insanda başka bir iman olmalıdır!”(1) Bize göre bu; Türk aydını ve askerinin Osmanlı’yı harekete getirecek şeyin salt din olmayacağını, başka bir güdünün uyandırılması gerektiğini fark ettiklerini gösterir.

İtihat ve Terakkî, iktidarda kaldığı sürece kendi bürokrasisini yaratır. Atamalar ve görevlendirmeler, Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı boyunca olağanüstü şartlar altında yönetimde bulunan ve sistem değişikliğini kafasına koyan iktidar partisinin elindedir. Bu durum, parti içi ve parti dışında bulunan çıkar çevrelerinin özellikle saray yakınlarının işine gelmez.

Özellikle 20. yüzyılın ilk çeyreğine İttihatçı gelenek damgasını vurur. Doğa zıtlıklardan oluşur. Akın karşısına kara, iyinin karşısına kötü, aydınlığın karşısına muhakkak karanlık çıkacaktır. İttihat ve Terakkî politikaları da karşıtını doğurur: Hürriyet ve İtilaf. Bugün demokratik ve demokrasi sözcüklerinin moda olmasına benzer bir şekilde, o gün de hürriyet sözcüğü dönemin kurumlarında modadır. Masonluk ve siyonistlikle suçladıkları bir grubun devleti yönettiği düşüncesiyle İttihat ve Terakki’ye muhalefet eden küçük bir grup, ayrılarak Hürriyet ve İtilaf Fırkasını kurar. Partiye özellikle Arap, bir kısım Arnavut, Rum ve kendi ifadesiyle "Osmanlı meclisinde, sıkı bir milliyetçi olarak, toprak Sorunu ve Ermeni Milli Haklarının korunması" için çalışan Ermeni Nazaret Doğavaryan ilgi gösterir. Ne ilginç değil mi? Birkaç on yıldır yaşadıklarımız ile karşılaştırırsak aslında bugün yaptığımız her türlü tartışmanın tarihsel alt yapısını fark ediyoruz.

Hürriyet ve İtilaf’ın Kurtuluş Savaşı sonuna dek sürecek muhalefetinin siyasî temelleri şunlar üzerine kurulur: Azınlıklara haklar verilmesi, Türk unsurun önderliğinde kurulacak siyasî birliği sağlama çabalarına karşı duyulan inançsızlık, İslamcılık ve Türkçülük akımlarına muhalefet, yabancı devletleri ürkütmemek ve özellikle devletin bekası için tek yol olarak İngilizler ile birlikte hareket etmek. Fırka, Prens Sabahattin’in merkezi yönetimin yok edilmesine dayanan, bugün federasyon denilebilecek yapının kurulmasını öneren fikirleri üzerinde liberalizmi savunur. Müşir Mehmed Nûri Paşa -kısa bir süre sonra istifa eder-, Mustafa Sabri Efendi ve Ali Kemal gibi tanınmış kişilerin yönetimindeki fırka, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı boyunca Türkçü/ millî harekete muhalefet eder.

Damat Ferit Paşa hükümetinde şeyhü’l-islamlık yapan, Sevr Antlaşmasının imzalanması gerektiği düşüncesini savunan Mustafa Sabri Efendi, bugün birçok tarikat ve cemaatin atıfta bulunup üstad kabul ettikleri Said-i Nursî ve İskilipli Atıf ile birlikte, İngiliz Muhipleri desteğiyle kurulan İslâm Teali Cemiyeti’nin etkin üyelerindendir. Ali Kemal ile birlikte Kurtuluş Savaşı boyunca Mustafa Kemal ve Kuvva-yı Milliye’ye muhalif yayım yapan ve hatta Mustafa Kemal’in idam fermanına alkış tutan Alemdar, Peyam, Peyam-ı Sabah gazetelerinde yazılar yazar.

Günümüze gelecek olursak bu tarihî ve siyasî olayların aktörleri, bugün söylem ve eylem değiştirerek karşımızdadır. Oluşturdukları siyasî yapılar, adlarında günümüzün popüler kavramları olan demokrasi, demokrat, halk sözcüklerini kullanırlar. Atatürkçülük, İslamcılık, Osmanlıcılık veya Marksistlik iddiasında bulunurlar. Bunlar, güttükleri politikalar açısından Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın devamıdır. Merkezî yönetimin zayıflatılarak eyalet sisteminin kurulması, etnik ayrılıklar üzerinden yürütülen siyaset, azınlıklara tanınacak ayrıcalık, Avrupa ve Amerika’ya hoş görünmek için uzlaşma adına verilen her türlü taviz bunu doğrular. Bugün, siyaset sahnesindeki cemaatler, etnik ayrılıkçı gruplar ve dış güçlerin işbirliği, tarihteki Kürt Teali, İslam Teali ve İngiliz Muhipleri cemiyetlerinin tarihsel işbirliğinin devamıdır.

Sonuç olarak, Türkiye siyasetindeki çatışmayı ve ayrışmayı belirleyen etken, ekonomi üzerine kurulu çelişkiler değil; ittihatçı ve itilafçı zihniyetlerin çelişkisidir. Türkiye siyasetini, ekonomik çelişkilerden çok egemenliğin hangi zihniyetin elinde olacağı gerçeği belirler. Birleşerek tek vücut olup, Türk milletinin tarihteki şeref ve haysiyetiyle yaşamasından yana olanlar bir yandadır. Özgürlük, demokrasi gibi yaldızlı kavramların ardına gizlenerek uzlaşma siyasetiyle her türlü bölünmeyi, parçalanmayı, manda ve himayeyi hoş görüp “Tam bağımsız Türkiye” anlayışından uzak olanlar bir yandadır.

  1. Yahya Kemal Taştan, Balkan Savaşları ve Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu”, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2017

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol