Ege’yi dev bir satranç tahtası olarak hayal edin, bir tarafta Türkiye diğer tarafta Yunanistan var. Her iki taraf da önemli kozlarını daima elinde tutuyor ve bitmek bilmeyen bu oyunda hamlelerini yapmaya devam ediyor. Kimi zaman ümit veren olaylar yaşanıyor kimi zamansa ipler tamamen kopma noktasına geliyor.

                Meselelerin genelinde Türkiye’nin Yunanistan’a nispeten daha itidalli bir politika sürdürdüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. Türkiye, tarihsel süreçte devlet geleneklerinden bir tanesi olmuş kısasa kısas politikasıyla etkili cevaplar veriyor ve bölgedeki haklarını azami ölçüde korumaya ve savunmaya devam ediyor. Fakat ilişkilerin en çok gerildiği dönemlerde dahi iki ülkenin halklarının arasında gözle görülür bir sorunun olmadığı da belirtilmesi gereken hususlardan biri olarak öne çıkıyor.

                İki ülkenin de ortak hassasiyeti olan sınırlar konusu yerel ve ulusal medyada sıklıkla yankı buluyor. Geçtiğimiz günlerde Edirne’nin Karaağaç bölgesinde hava muhalefeti nedeniyle yollarını kaybettiğini iddia eden iki Yunan askeri Türk sınırını ihlal etmiş ve yakalanmıştı. Çıkarıldıkları mahkemede “askeri casusluğa teşebbüs” ve “askeri yasak bölgeye girmek” suçlarından yargılanan iki Yunan askeri suçlu bulunarak Edirne hapishanesine gönderilmişti. Edirne’nin Kestanelik bölgesinde yaşanan bir diğer olayda ise alkollü olduğu anlaşılan bir Türk vatandaşı Yunanistan sınırını geçmiş ve tutuklanmıştı. Trakya bölgesinde sıklıkla yaşanan bu tip olaylarda dahi gerginlik kısa süreli de olsa artıyor ve sınır ihlallerine her iki ülkenin de benzer tepkileri verdiği gözlemleniyor.

                Ege denizinde yaşanan kıta sahanlığı, karasuları ve farklı coğrafi alanların egemenlik haklarına ilişkin sorunlar ise daha büyük çaplı krizlere neden olabiliyor. Bu noktada, Türkiye uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını muhafaza ediyor. Yunanistan ise yine uluslararası hukuktan kaynaklandığını iddia ettiği haklarını daha geniş bir alanda kullanmak amacıyla fırsatçı bir politika izliyor ve dönem dönem çeşitli ülke ve kurumların arkasına saklanarak mücadele etmeyi tercih edebiliyor. Ege denizinin coğrafi anlamda benzersiz bir görüntü çizmesi ve tam da bu sebeple Uluslararası Deniz Hukukunun netleştirmekte zorlandığı bazı noktalarda Türkiye ve Yunanistan arasında yorum farklarının oluşması sorunların daha da tırmanmasına neden oluyor. Bugün herkesin bildiği ve uzun süre her iki ülkenin de gündemini meşgul eden Kardak Krizi o dönemde akıllı bir siyasi manevrayla çözüme kavuşturulmuş fakat iki ülkenin de savaşın eşiğine kadar gelmesine neden olmuştu. 25 Aralık 1995 tarihinde Figen Akat isimli bir Türk Şilebi Bodrum yakınlarında bulunan kayalıklara oturdu ve Türkiye kayalıkların kendisine ait olduğunu savunarak Türk kurtarma ekiplerini bölgeye yönlendirdi. Aynı hamleyi Yunanistan da yapınca, zaten gergin olan ilişkilerde yepyeni bir sorun daha gün yüzüne çıkmış oldu. Figen Akat, önce davranan Türk kurtarma ekipleri tarafından Güllük Limanı’na çekildi. Kısa bir süre sonra Kardak kayalıklarına Yunan Bayrağı dikildiği haberi Türkiye’nin gündemine bomba gibi düştü ve ertesi gün Yunan  Bayrağı indirilip yerine Türk Bayrağı dikildi. Adaya yeniden Türk Bayrağı dikilmesinin ardından Yunanistan daha büyük bir hamle yapmaya karar verdi ve adaya askeri kuvvetlerini yönlendirdi, bölgeyi kontrol altına aldı. Türkiye ve Yunanistan’ın savaşın eşiğine geldiği bu dönemde her iki ülkenin de NATO üyesi olması yaşanan sorunu dünya gündemine taşıdı. Sorunu nihayete erdiren adım ise Türkiye’den geldi. Türkiye akıllıca bir hamleyle Kardak kayalıklarının diğer yakasına Türk SAT komandolarını çıkardı ve şartlar eşitlendi. Böylece krizden önceki şartlara geri dönülmüş oldu. Kardak Krizi’nde anlaşıldığı gibi bu bölgedeki ada ve kayalıklardaki Yunan varlığı Türkiye açısından Anadolu’nun güvenliğini tehdit eden unsurlardan biri olarak görülüyor. Yunanistan ise zaten olması gerekenin bu olduğunu savunuyor. Nihayetinde her iki ülke de birbirini saldırganlıkla suçluyor.

                Son olarak sorun ve krizleri bir kenara bırakıp İkinci Dünya Savaşı yıllarına gidelim. Savaşın ilk yıllarında Avrupa ve Balkanları ele geçirerek sınır komşumuz Yunanistan’a kadar ilerleyen Almanya, 24 Nisan 1941 tarihinde Yunanistan’ı ele geçirdi. Savaş ekonomisi uygulayan Yunanistan, Alman işgaline kadar askeri harcamalarını olağanüstü seviyeye çıkarmış ve ülkede açlık ve yoksulluk hemen her hanenin kapısına dayanmıştı. Bir diğer savaş ekonomisi uygulayan ülke ise Türkiye’ydi. Türkiye de tıpkı Yunanistan gibi saldırıya uğrayabileceğini düşünüyor ve askeri harcamalara odaklanıyordu. İşte böyle bir dönemde Türkiye, Yunanistan’ın içinde bulunduğu perişan durumu görmüş ve Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından Yunanistan’a; adalara erzak ulaştırılması ve Türk lirası karşılığında yiyecek satışı hususlarında yardımcı olma kararı alınmıştı. Aynı dönemde Türk Kızılayı Yunanistan’a motor ve gemilerle ilaç yardımında bulundu ayrıca Türkiye’den çeşitli dernek ve kuruluşlar da Yunanistan’a yardım kampanyaları başlattı. Türk-Yunan ilişkilerinde önemli dayanışma örneklerinden birisi olan bu dönem ilişkilerin yumuşama evresine girmesini sağlamış ve savaş sonrası döneme kadar bu durum korunmuştur.

Türkiye-Yunanistan ilişkilerini sorunlar, çözümler ve karşılıklı atılan adımlar bazında ele almaya devam edeceğiz...

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol