Warning: ob_start(): output handler 'ob_gzhandler' conflicts with 'zlib output compression' in /home/chedef/public_html/index.php on line 0
Devrik Dünya (18.06.2019)

Hulin Kayasını Kaybedersek…

Bozkurt, diğer adıyla Türeyiş destanının devamı olarak kabul edilen Göç destanı, Uygur Türklerine aittir. Uygur ülkesinde, Tuğla ve Selenge ırmaklarının birleştiği yerdeki Kumlançu tepesine Uygur Türkleri için kutsal sayılan Hulin kayası orada olduğu için Hulin Dağı denirmiş. Bu kayanın Türklerin birlik ve dirlik içinde olmasını sağladığına inanılırmış. Onun sayesinde toprak, hava, su ve hayvanların daha bereketli ve lezzetli olduğuna inanılırmış. Uygurlar için bu kaya, Gök Tanrı’dan onlara gönderilmiş bir armağan sayılırmış. Başta han ya da kağan olmak üzere şamanlar, kamlar, otacılar, ozanlar ve yaşlı bilgeler için bu kaya oldukça önemliymiş.

Hulin kayasının etrafında çok sayıda ağaç varmış ama birdenbire içlerinden iki tanesi iki çobanın dikkatini çekmiş. Hemen kağanın yanına varmışlar. Biri kayın diğeri çınar olan bu iki ağacı anlatmışlar. Kayın ağacının hamile olduğunu ve çınar ağacının da onu adeta koruduğunu söylemişler. Üstüne bir de ağaçların kendi aralarında konuştuğunu da ekleyince kağan meraklanmış. Yaşlı bilgeler, kamlar, şamanlar, savaşçı çeriler, kağan ve iki çoban atlara binip ağaçların yanına gitmişler. Hepsi şaşakalmış. Gerçekten de kayın ağacının gövdesi hamile bir kadın karnı gibi yumru biçimindeymiş. Sonunda yumruyu iple ölçmeye ve arada gelip büyüyüp büyümediğini ölçmeye karar vermişler. Günler sonra yeniden toplanıp ağacın gövdesini ölçmeye gelmişler. Ve ağacın gövdesinin çok daha fazla şiştiğini görmüşler. Bunu Gök Tanrı’nın bir işareti olarak kabul etmişler.

Bir gece feryat figan bağrışmalarla ortalık inlemiş ortalık. Vakit gece yarısını geçtiğinden herkes uykudan fırlayıp çadırından çıkmış. Bir afet oluyor ya da savaş çıktı sanmışlar. Geceyi aydınlatan göz kamaştırıcı ve parlak mavi bir ışık kayın ağacının üzerine düşüyor, her yeri aydınlatıyormuş. Bunu kutsal ışık kabul eden Uygurlar, bu ışığın anlamını çözmek için beklemeye karar vermişler. Aylar boyunca her gece o mavi ışıkla aydınlanmış ortalık. Kayın ağacının gövdesi büyümüş de büyümüş.

Derken bir gün ağacın gövdesi aniden yarılmış ve içinden beş küçük odaya benzeyen beş küçük çadır çıkmış. Herkes hayretler içinde kalmış. Her odada bir çocuk varmış ve bu çocuklar başlarının üzerinde asılı duran emziklerden süt emiyorlarmış. Onların Gök Tanrı’nın gönderdiği kutsal insanlar olduğuna inanmışlar ve onları alarak kendi çadırlarına getirmişler. Her birinin başına birer kadın görevlendirmişler. Bütün herkes onlara çok büyük saygı göstermiş. Küçükten büyüğe doğru Sungur Tekin, Kutur Tiğin, Türek Tekin, Us Tekin ve Buğu Tekin adlarını vermişler. Bu çocukları kutsal sayıp en iyi şekilde büyütmeye ve Çinli çaşıtlardan (casuslardan) koruyup saklamaya karar vermişler. Çin hükümdarı ağaçtan gelen çocuklara başta inanmamış. Bilge kişisi “Türkler yalan söylemezler!” dediği zaman Çin hükümdarı askerlerini Uygurların üzerine salmış ve o beş çocuğu öldürmelerini emretmiş. Bunu bekleyen Uygurlar, çocukları Hulin dağında bir mağaraya saklamışlar. Çinlilere direnmemişler. Çocukları sorduklarında da onları aldıkları yer olan dağa geri bıraktıklarını söylemişler. Çinli askerler dağda çocukların etrafında gezinmişler ama onları görmemişler. Çin kumandanı ordusunu alıp gitmiş.

Bir zaman geçmiş, çocuklar büyümüş. Bu kutsal çocuklardan daha zeki, daha güzel ve daha yiğit görüneni olan en büyük çocuğu, Buğu Tekin’i kendilerine kağan yapmak istemişler. Buyruklarına kayıtsız şartsız uyulması, törelerden uzaklaşılmaması, kadınlara ve kızlara saygı duyulması, gece gündüz çalışılması şartlarını öne süren Buğu Tekin, kağan olmuş. Gece gündüz çalışmışlar. Yaptıklarını Çinli casuslardan saklamışlar. Demir ocakları kurup kılıç ve oklar yapmışlar. Uygurlar güçlenip büyümüşler. On beş yaşına gelen her Türk çocuğunu ocaklara almışlar. Kimini savaşçı kimini de bilim insanı olarak yetiştirmişler. Kamlar, şamanlar ve bilge kişiler geceleri sürekli dersler vermiş. Tarım sahaları açmış, hububat ekmişler. Böylece Çinlilerden hububat almaktan kurtulmuşlar. Çin’e, Tangutlara ve Moğollara elçiler göndererek yeni şeyler öğrenmişler. Halkının okuma yazma öğrenmesini sağlamış.

Buğu Han, her gece gördüğü o aynı rüyayı hem kardeşi hem de baş veziri olan Sungur Tekin’e anlatmış. Rüyasına her gece giren ama hiç konuşmayan peri kızının konuşmasını beklemesini salık veren kardeşini dinlemeye karar vermiş.

Uygurlar artık Çinlilerle yüz yüze gelme zamanlarının geldiğine karar vermişler. Çinli casuslara ipuçları vermişler. Sungur Tekin ve Kutur Tekin birlikleriyle Çinlileri bekleyeceklermiş. Türek Tekin ise birliğiyle gizlenecekmiş. Us Tekin daha çok bilimle ilgilendiğinden savaşa girmeyecekmiş. Türklerin ordu hazırlamasına şaşıran Çin hükümdarı, Türkler bunca güçlenirken haberi olmayışına çok kızmış. Hükümdarı bu çocuklar konusunda uyarmış olan bilge, bunun o beş çocuğun en büyüğü olduğunu, onun diğer kağanın oğlu olduğunu söyleyen casusların da kandırıldığını söylemiş. Çok kızan Çin hükümdarı casusları öldürtmüş. Ordusunu toplamış. Atlı ve yaya askerlerden oluşan Çin ordusunu kendi topraklarında yer alan geçidin içinde kılıçtan geçiren Uygurlar, Çin kumandanını teslim almış. Yüzlerce tutsak Çin askerini serbest bırakan Sungur Tekin, artık Türk yurtlarına saldırmaması gerektiğini ve bu geçidin artık aralarındaki sınır olacağını Çin hükümdarına söylemelerini emretmiş. Sadece komutanı esir tutmuş ki güçlerini gözleriyle görüp Çin hükümdarına öyle anlatsın.

Türk saldırısından korkmaya başlayan Çinliler, kendi topraklarındaki geçidin sınır kabul edilmesini istememiş. Hemen yeni bir orduyla Türk yurtlarındaki bütün Türkleri öldürme emri alarak yola çıkmışlar. Bu sırada Türkler de savaşa hazırlanmaya başlamış. Kurtlar gibi “vur çekil” taktiği ile savaşmaya karar vermişler. İki ordu karşılaşmış ve savaş başlamış. Akşama kadar süren çok kanlı bir savaş yaşanmış. Çin ordusu çözülüp kaçmaya başlayınca Sungur Tekin atını Çin’e sürmüş ve başkente gelmiş. Vezirlerini Sungur Tekin’e gönderen Çin hükümdarı, onlara hediyeler vererek ve saldırmazlık anlaşması yaparak yeni bir savaşı engellemiş.

Bir gece Buğu Han rüyasında peri kızıyla ilk defa konuşmuş. Buğu Han peri kızının seferlere çıkmalarını ve dört yönde yurtlarını genişletmelerini söylediğini kardeşi Sungur Tekin’e anlatmış. Bu rüyayı han olduğundan beri tam yedi yıl altı ay ve yirmi iki gündür gördüğünü söyleyen Buğu Han, kardeşi Sungur Tekin’in tavsiyesi üzerine bir gece daha beklemeye karar vermiş. O gece peri kızı Buğu Han’a “Türk ulusu ve sen dünyanın efendisi olacaksınız!” demiş. Bunu üzerine Sungur Tekin ordusunu toplayarak dörde ayırmış. Her ordunun başına bir kardeş geçmiş. Moğollar, Kırgızlar, Tangutlar ve Çinliler üzerine sefere çıkmışlar. Dört kardeş de zaferle dönmüş. Ordu-Balıg şehri kurulmuş.

Buğra Han bir süre sonra bir düş daha görmüş. Beyazlar içinde, başında beyaz şerit, elinde taş olan bir erkek ona şöyle demiş: “Eğer bu taşı saklarsan dünyanın dört bucağında milletleri buyruğun altına alabilirsin.” Bunun üzerine batıya sefere çıkan Sungur Tekin, Türkistan’daki geniş bozkır ve çayırları, gürül gürül akan çayları görünce burada oturmaya karar vererek Balasagun şehrini kurmuş.

Derken çok sevilen Buğu Han ölmüş. Ardından kardeşleri sırayla han olmuş ama yaşlandıklarından hepsi kısa sürmüş. Hepsi ölünce yerine başkaları hakan olmuş. Son kağanın oğlu Gah Tekin adını almış. Sürekli Türklerden kurtulma planı yapan Çinliler, saraya gelen Çin’in en büyük büyücüsünden akıl almış ve Türkleri yenmenin tek yolunun Hulin kayasını onlardan almak olduğunu öğrenmiş. Bunun üzerine plan yapan Çinliler, gönderdikleri elçiler aracılığıyla Uygurların her isteğini dostça yerine getirmişler. Hediyeler vermişler. Türkler süslü kadınları sever diyerek Çin hükümdarının kızı Kui-Lein’i süslemişler ve Türk kağanına dostluk ve akrabalık adına gelin vermek istediklerini söylemişler. Gah Tekin, prensese âşık olmuş. Çin hükümdarı, erkek tarafı da hediye vermeli diye ısrar eden Türk kağanından Hulin kayasını istemiş. Sonunun nereye varacağını düşünemeyen ve etrafındaki saraylıların sözlerini dinlemeyen kağan bunu kabul etmiş. Türklerin artık Gök Tanrı tarafından gönderilen bu taşa ihtiyacı kalmadığını söylemiş.

Koca kayayı götürmek için etrafında günlerce ateş yakan Çinliler, taş iyice kızdığında üzerine sirke dökerek onu parçalara ayırmış ve haftalar süren uğraş sonucu onu ülkelerine taşımış. Sonra olanlar olmuş. Türk yurdundaki bütün hayvanlar dile gelmiş, kayanın düşmana verilmesine ağlamış. Yedi gün boyunca kurtlar ve kuşlar kayanın yerinde ağlamış. Yedi günün sonunda günahkâr kağan ölmüş ama felaketler bitmemiş. Irmaklar ve göller kurumuş, toprak verimsizleşmiş, yaşamak zorlaşmış. O günlerde kağanlığa Buğu Han’ın torunlarından biri gelmiş. O gün canlı cansız, hayvan insan demeden bütün yurtta soluk alan almayan ne varsa “Göç! Göç!” diye acı acı bağırmaya başlamış. Uygur kağanı bunu ilahî bir emir kabul ederek göç kararı vermiş. Bilge kişi bunun Gök Tanrı’nın verdiği bir ceza olduğunu ve sesler kesilene kadar yürümeleri gerektiğini söylemiş. “Türk’ün Türk’ten başka dostu olmaz.” diyerek aylar yıllar boyunca yolda gitmişler. Bu sürede törelerinden hiç ayrılmamış, birbirlerini bırakmamışlar. Sonunda da seslerin kesildiği yerde Beş-balık adında beş mahalle kurup yerleşmişler. Burada yaşamış, burada çoğalmışlar.

Şimdi yazacak şey bulamadın da bize masal mı anlattın diye düşünenlere sesleniyorum. Türkleri birlik ve bütünlük içinde tutarak bolluk içinde yaşamalarını sağlayan Hulin kayasını düşmana vermelerini yeniden düşünün. Günümüzde bizi bir arada tutacak, milli birlik ve beraberliğimizi koruyacak olan geleneklerimiz, adetlerimiz, dilimiz, bayrağımız, tarihimiz, ahlakımız ve çalışkanlığımız gibi unsurlardır. Peki biz ne yapıyoruz? Onları demode olarak değerlendirip geleneklerimizden ve adetlerimizden uzaklaşıyoruz, onlara yabancılaşan nesiller yetiştiriyoruz. Güzelim Türkçemizi yabancı sözcüklerle doldurup çürütüyor, eritiyoruz. Görevi her koşulda bayrağımızı gönderde tutmak olan askerlerin itibarını zedeliyor, okullarını kapatıyor, bankamatikte yapılan askerliklere izin veriyor ve askerlik sürelerini neredeyse üç beş güne indiriyoruz. Savaşçı bir milletten kaçmakta ustalaşan nesillere doğru yol alıyoruz. Alabildiğine şanlı bir tarihe sahip olduğumuz halde fikirlerin ve fikirleri temsil edenlerin tarihimizi olmadığı biçimde yeniden yazmasına göz yumuyoruz. Ahlakımızı yabancı eksenli dizi ve televizyon programlarıyla çökertiyor, en güzel değerlerimizi göz ardı ediyor, hayatı herkes için güvensiz ve çekilmez kılıyoruz. Taşı sıksa suyunu çıkaran, mermerleri çıplak elle tokatlayan, gece gündüz çalışan ve savaşçı kimliğiyle ün yapan bir milletten kahvehanelerde pişpirik oynayan, boş tarladan haram para alan, toprağını ekip biçmeyen, samanı bile ithal eden, iş beğenmeyen, üretmeyen, sürekli tüketim odaklı yaşayan, kolay para meraklısı, vatana can feda diyemeyen bir insan yığını olmaya koşaradım gidiyoruz. Dikkat edin, Hulin kayasını farkında olmadan yine parça parça kaybediyoruz. Felaketler kapıda…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol