ADI ZAMAN

Hain bir karanlığın çöktüğü huzursuz bir geceydi. Koluma taktığım yalnızlığımla baş başa şehrin ıslak sokaklarında kaybettiğim aklımı ararken kaybolmuştum. Plan yapamayan, idrak gücünü yitirmiş bir zavallı gibiydim. Zihnimin ıssız sokaklarında sadece kendi adımlarımın sesi yankılanıyordu kulaklarımda. Kendi sesim, bana çarpıp bana geri dönüyordu. Yeryüzünden silinmek üzereydim. Varlıktan yokluğu geçmek değildi beni üzen. Sadece bir hiç olarak yok olmaktan dolayı gamlıydım. Şu yalanlarla kurulu fani dünya için var olmamın bir anlamı olmadan yok olmaktı yüreğimi ezen. Bir iz bırakmadan, ilk kitabımı basamadan, bir okur edinemeden çekip gideceğimi düşünmek gücüme gidiyordu. Emeksizce hayallerine kavuşanlardan fırsat bulup da emeğini ortaya koyamayan çoğunluğun parçası olarak azınlığın çoğunluğu ezişine şahit olmuştum. Zamanı suçlayanlardan değil, iyi değerlendirmeye çalışanlardan olmayı tercih ettiğime asla pişman olmadım. Bu arada da boş durmadım ve onları izledim. Acınası hallerine rağmen kavuştuklarına içerledim.

Yaradılışı gereği mi kolaycıdır insan hiç bilmiyorum; ama çevreme baktığımda şu kanıya varıyorum ki insanoğlu ayırt etmeksizin kolaycılık odaklı bir ömrü sürdürmekte inanılmaz derecede istikrarlı. Yediden yetmişe insan ırkının her bir üyesinde korkunç bir memnuniyetsizlik ve buna eşlik eden bitmez tükenmez bir aç gözlülük mevcut. İnşaatta demirden çalmak gibi çabadan ve emekten çaldığı, bu nedenle de yitirdiği ya da asla ulaşamadığı ne varsa tüm bunlar için ZAMAN’ı suçlar oldu insanoğlu. Çabasız, emeksiz ve özverisiz yarım yamalak bir hayalin peşinde harcanıyor hayatlar. Zaman, daima kötü nitelikler yüklenerek anılır nedense. Hızla geçen ya da bir türlü bitmeyen, istenmez olanı veren ya da en sevileni alan daima O’dur. Her şeyin suçlusudur zaman. En kolay suçlanan ve kendini asla savunamayandır.

Acılara gömüldüğünde de yine o durmadan suçlayıp aşağıladığı zamana sığınır insan. Zamanı, yine zamanın yarattığını iddia ettiği acı, keder, dert ve sıkıntılarına ilaç kabul eder insan. Unutabilmek için bildiği tek yol, yine zamandır. Oysa insan ırkının hangi dönemine bakılırsa bakılsın değişmeyen, dediğini yapan, kıvırmayan neredeyse tek şeydir yine zaman. Asla şaşmayan düzeniyle zaman, bunca suçlama karşısında eğer bilinen anlamda konuşma becerisine sahip olsaydı söyledikleri karşısında tüm insan ırkı fazlasıyla utanırdı. Makinalı tüfeğin konuştuğu yerde tüfek susarmış misali, suspus olurdu insan söylediklerini duyduğunda zamanın. Düşmanının (insanoğlunun) dişini kıran bir pirinç taşı gibi tepeden tırnağa titretirdi ortalığı zaman. Taşı gediğine koymuş olmanın hazzına kapılıp da bir an dahi şaşmazdı üstelik düzeninden.

Kavuşmayı beklerken ya da istenmeyen anlarda uzamakla ve güzel şeyler yaşarken ya da mutluyken kısalmakla suçlanır zaman. Akreple yelkovanın, zamanın başlangıcından beri asla bozulmayan bir anlaşmayla işlediği gerçeği daima göz ardı edilir. Kişiye, yere, mevkiye ya da paraya göre değişmeyen tek şey olduğu için takdir edilmeyi beklerken daima suçlanıp itilip kakılır zaman. Kolaycının günah keçisidir zaman. Hep bir acelesi vardır ve sadece onun acelesi vardır. Hiç otobüsü olmayan bir durakta beklerken ben, onların son model motorlarla yanımdan geçip gitmesini izlediğim gerçeğinin acısına rağmen bence zaman değil, iradeler suçludur.

İradesiyle harekete geçseydi insanlar, çalışıp çabalayıp hak etmeyi bekleyebilseydi, sabırlı ve azimli olabilseydi eğer kimsenin aklına gelmezdi zamanı suçlamak. Göz boyamakla elde edilmeseydi de emeğe bakılsaydı, belki de uygarlık denen şey şimdilerde çoktan keşfedip ulaşmış olurdu iyi ve güzelin, doğru ve adilin düzenine. İnsan içindeki iyiliği beslerse iyiliği, kötülüğü beslerse de kötülüğü ile tanınırmış ya, evrende bugün ego ve çıkarla değil, empati ve gelişmişlikle anılırdı. Zamanı değil, iradeyi suçlamak en doğrusu. Masum zamanın gönlünü almaya yetmeyecektir bu itirafım belki; ama yine de hüzün sarmış yüzünü bir miktar aydınlatır belki. Çünkü ben, tek değilim….

Aslına bakılacak olursa zaman, insanlara çok şeyler söyler. Ne yazık ki genel olarak insanda var olan “ben mükemmele en yakın olan şeyim” algısıdır zamanı bunca zulme mahkûm bırakan. Aynı saatte yüzyıllar boyunca aynı biçim ve düzende akan zamanın parçaları da payına düşeni alır bu bitmez suçlamalardan. Örneğin kimine göre gece korkutucudur, günün aydınlığında inlerine çekilen tüm kötülükler ve kötüler, gece çıkar ortalığa. Bu nedenle gece dışarı çıkmak bile yasaktır kimileri için. Kimine göreyse gündüzü esir alan düzen delisi güçler, gece olunca kabuğuna çekilip inine girdiği için özgürlüktür gece. Kısacası aydınlatsa da ortalığı zaman, bu aç gözlü, memnuniyetsiz, kendini beğenmiş ve yüksek egolu insanoğlunu bütünüyle memnun etme şansı yoktur. İnsan ırkı daima şikâyet edecek bir şeyler bulmuştur, buluyor ve bulacaktır.

Demem o ki, yeryüzünün ve gökyüzünün ulaşılabilen herhangi bir yerinde insanoğlunun şikayetini bitirmenin belki de tek yolu, öncelikle kendine, kendi içine dönmesidir insanın. Kendini eleştirmeli, gereği neyse yapmalı, yapmadığında da ortaya çıkan her bir sonucu yine kendisinin seçtiğini kabul etmelidir. Çaba, emek, hakkaniyet, iş bölümü, dürüstlük ve vicdan edinmelidir. Nereden mi? An an yaşananları dosyalayıp saklayan zamana başvurarak onları terk ettiği yerden.

Zaman sana, seni anlatır, seni yaşatır, seni tanıtır. Sen olarak daha iyiye gitmende kılavuzluk eder. Su akar yolunu bulur, hayat bir biçimde başlar ve son bulur. Bazı bitişlerin, gidişlerin ya da elde edemeyişlerin ardında sadece zamanı suçlamaktır insanın tercihi. Oysa değişimi kabullenmek ve biçimlenmektir gereken. Herakleitos’un dediği gibi “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.” Suçlamaya başlarken kendinden başlamalı araştırmaya insan. Ve yine demiş ki ünlü filozof; “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz.” Zaman, su, nehir her şey değişir. Değişimi reddetmeyin, ona ayak uydurun. Marifet egolarla beslenen şişme bir karakter değil, bilgi ve bilinçle donatılmış sağlam bir karakterdir. O halde zamanı bugünden sonra kendi lehinize kullanın.

Sonuç itibariyle onun ilerlediğinden eminiz; fakat nereye gittiğini bilemiyoruz. İnsanoğlu onu elle tutup gözle görmemesine karşın binlerce yıldır kesintisiz biçimde ölçebiliyoruz. Yokluk ya da hiçlik diyemiyoruz, varlığını da ispatlayamıyoruz. Sadece “var” diyebiliyoruz. Adına da zaman diyoruz...

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol