BELKİ DE…

İnsanların anlaşılması günden güne öyle zorlaşıyor ki giderek daha da yalnızlaşıyoruz. Sürekli değişen güç dengeleri insan ilişkilerini olumsuz etkiliyor. Kimse kimseye tam olarak açılamıyor. Kimse kimsenin ne olduğunu tam olarak bilmiyor. Giderek yitiriyoruz şeffaflığımızı. Tek başına kişilerden oluşan insan yığınlarına dönüşüyoruz. Birey olma özelliğimizi kaybediyoruz. İrademiz devre dışı bırakılıyor. Kendi kararlarımızı veremiyoruz. Güç odaklarına göre biçimlendirmeye çalışıyoruz yaşamlarımızı. Ya da güç odakları biçim veriyor yaşamlarımıza.

Milyonlarca farklı yalnızlıktan kurulu bir ülkede yapayalnız haldeyiz. Aidiyet duygusundan gelen güven duygumuz sıfırlanmış durumda. Hiçbir yere ait olamıyoruz. Sürekli dernekler kuruyoruz bir yere ait olduğumuzu kendimize ispat etmek için. Serçe Kurtaranlar Derneği, Trafikte Soldan Gidenler Derneği, Sokağa Mama Bırakanlar Derneği… Sevebiliyorum demek için ilişki durumumuzu “ilişkisi var” yapıyoruz, mutluyum demek için özçekimler atıyoruz, zenginim demek için sürekli alışverişteyiz, yerim belli demek için evleniyoruz… Sonra ne mi oluyor? Kısa sürede biten evlilikler, hızla tüketilen arkadaşlıklar, sürekli borçlanılan hayatlar, kadın cinayetleri, dost kazıkları, uyuşturucu müptelası gençler, çocuk ve hayvan tecavüzleri, az önce tuvaletteydim diyen paylaşımlar…

Silinen kimlikler ve tamamlanamamış benlikler ışığında süren hayatlarda tüketilen sayısız yaşamla cezalandırıldık. Sonrasında çöken toplumsal ve milli değerlerle çürümeye terk edilen “biz” bilincinin hışmına uğradık. Sürekli yalnızlaştık, tekleştik, “ben”leştik. “Komşusu açken tok yatamayan” bir toplumdan “alacağına şahin, vereceğine karga” topluluğuna dönüştük. Nur topu gibi güvensizlikler ve yalnızlıklar dünyaya getirdik. Herkes kendisi için ördüğü kozanın içinde sadece kendini kurtarmanın planlarıyla meşgul. Birlikte yükselmek için merdiven olan insanlardan birbirinin sırtına basarak kestirmeden doruğa ulaşmak isteyen yalnızlara dönüştük. Bir elimizle tokalaşırken diğer elimizde hançerimizi tutar haldeyiz.

Birbirinin ayıbını örten, yanlışında onu uyarıp doğruya sevk eden insanlar masallarda kaldı. Çarşaf çarşaf yayın yapıyoruz artık hataları. Herkesin kendini haklı bulduğu yerde kimse kimseyi uyaramaz oldu. Keloğlan masallarında kaldı saf gönüllü insanlar. Nasrettin Hoca fıkralarında bıraktık karşımızdakini zekâ ile yenme özelliğimizi. Artık ayıbını utanmadan yüzüne vurarak yeniyoruz karşımızdakini.

Hep birlikte oturulan akşam yemekleri, ailece gidilen pazar gezmeleri, bayram ziyaretleri, komşu gezmeleri falan tarihe karıştı. Bırakın kilitlemeyi, anahtarını üzerinde bıraktığımız kapılarımız yok artık. Demir kapılar ve üst üste kilitlerle kapadık kendimizi diğerine. Ne güven kaldı elimizde ne de saygı. Park yeri için birbirini vuran insanlar olduk. Kendi kızımıza, yeğenimize kötü gözle bakar olduk. İnsanları aşağılamayı beceri sayar olduk. Okumayan, duyduğuyla yaşayan, fikir üretemeyen, düşünmekten korkan insancıklara dönüştük. Bu kargaşa ortamında nefes alıp vermeyi yaşamak sanar hale geldik. Biz ne zaman bu kadar dibe vurduk?

Belki de herkes önce kendi evinin önünü süpürmeli. Belki de kendi evindeki pisliği görmezden gelip komşumuzu suçlamayı bırakmalıyız. Belki de önümüzdeki bencillik duvarlarını yıkmalıyız. At gözlüklerimizi çıkarmalıyız belki de. Ve belki de yeniden öğrenmeliyiz empati kurmayı…

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol