Warning: ob_start(): output handler 'ob_gzhandler' conflicts with 'zlib output compression' in /home/chedef/public_html/index.php on line 0
Yolun Sonu (17-05-2019)

GEÇMİŞE BAKMAK

Kutadgu Bilig: XI. yüzyıldan elimize kalan Yusuf Has Hâcib’in ölümsüz eseri. Yüzyıllardır sözlü olarak aktarılan Türk devlet töresinin ve Türk yaşam felsefesinin XI. yüzyılda yazıya geçirilmiş hali. Özellikle yönetime talip olanlara zorunlu olarak okutulması gerektiğini düşündüğüm en kaba tanımla ilk Türkçe siyasetname. Hükümdar’dan vatandaşa halkın görev, sorumluluk ve haklarını anlattığı yapıtını 1069 yılında yazmayı bitirmiştir, Yusuf Has Hâcib. Batı siyasetine yön veren Niccolo Machiavelli’nin 1513’te yazdığı “Prens” adlı siyasetnâmesinden 444 yıl önce.

Yusuf Has Hâcib, Kün-toğdı (kanun); Ay-toldı (mutluluk); Ögdülmiş (akıl); Odgurmış (akıbet) karakterleri üzerinden diyaloglar kurar. Bu dört kişi ile temsil edilen dört kavram üzerinden Türk töresi anlatılır. Sembol karakterlerin karşılıklı konuşmaları üzerinden devlet yönetiminden, iyi bir vatandaşın nasıl yetiştirileceğine kadar çeşitli düşünceler tartışılır. Yapıt, eklerle birlikte 91 bölümden oluşur. XVII. ve XVIII. bölümlerde Türk yöneticisinin adalet anlayışı ele alınır.

“Hükümdar KünToğdı AyToldı'ya Adalet Vasfını Söyler” başlıklı XVII. bölümde, Hükümdar Kün-toğdı veziri Ay-toldı’yı huzuruna çağırır. Hükümdar üç ayaklı gümüş bir taht üzerinde oturur. Sağ tarafında şeker, sol tarafında acı ot ve elinde de keskin bir bıçak bulunur. Ay-toldı, şahit olduğu sahne karşısında dehşete kapılır. Konuşmanın ilerleyen bölümlerinde Ay-toldı, Hükümdarın cesaretlendirmesiyle dehşetin sebebinin hükümdarın çizdiği sahneye anlam verememesi olduğunu söyler. XVIII. bölümün başlığı Hükümdar KünToğdı Ay Toldı'ya Adalet Vasfının Ne Olduğunu Söylerşeklinde günümüz Türkçesine aktarılabilir. Bu bölümde Hükümdar, Ay-toldı’yı dehşete düşüren sahnedeki sembollerden yola çıkarak adaletin özelliklerini açıklar.

Hükümdarın üç ayaklı tahtı; onun tutarlılığını ve dengesini temsil eder. Hükümdara göre üç ayak üzerinde duran sağlamdır. Bu ayaklardan biri eğrilirse tahtta oturan kişi, tahtla birlikte devrilir. Çünkü düz olan doğru ve iyidir, eğik olan her şey yanlış ve kötüdür. Hükümdar, düz olmalıdır, eğilmemelidir yani doğru olmalıdır. Bu bakımdan, Kün-Toğdı; kendini könilik (doğruluk) ve törü (kanun) olarak tanımlar. Hükümdar, yani doğruluk, eğilirse kıyamet kopar; bu yüzden hükümdar doğruluktan şaşmamalı ve “bey ve kul ayrımı yapma”dan karar vermelidir: “Doğruluk beyliğin temelidir.” Tıpkı bugün ağzımıza sakız ettiğimiz “Adalet mülkün temelidir.” sözüne benzemiyor mu?

Hükümdar, elindeki bıçağı “Ben işleri bıçak gibi keserim. Hak arayan kimsenin işini uzatmam.sözleriyle açıklar. Bugün şikâyet edilen konulardan biri, adaletin hızıdır. Bir dava yıllarca sürüyor, sonunda davacı ve davalı belirsizliğe doğru sürükleniyorsa orada adaletin işlediği pek söylenemez. Adaletin hızlı dağıtılmadığı toplumlarda mafya ve cemaat gibi yapılanmalar güçlenir. Devlet içinde “paralel” devletler olarak işleyen bu yapılar, kendi taraftarları nezdindeki güveni ve taraftarlarının bağımlılığını güçlendirmek için artık “bey-kul” ayrımına benzer “bizden” ve “bizden olmayan” ayrımı ortaya çıkar. Sık sık, “Tarafını seç!” tehditleriyle karşı karşıya olmamız bu nedenledir. Bozuldu mu eşitlik ilkesi de?

Hükümdar sağ tarafında bulunan “şeker”i, Şekere gelince, o zulüme uğrayarak, benim kapıma gelen ve adaleti bende bulan insan içindir. O insan benden şeker gibi tatlı tatlı ayrılır; sevinir ve yüzü güler.” Bugün adalet başta olmak üzere devlet kurumlarından makul bir sürede, dürüstçe karar alındığına inanan çok az insan bulunuyor. Toplumun adalete inancı zayıfladıkça huzursuzluğu artıyor. Halbuki yönetici, toplumun kurumlara inancını korumak, huzuru sağlamakla; zulme uğrayanı korumak, herkese hakkını vermekle yükümlüdür.

Sol tarafındaki “acı ot”u “Zehir gibi acı olan bu Hind otunu ise, zorbalar ve doğruluktan kaçan kimseler içer. Bunlar kavga edip, bana gelirler ve ben hüküm verince, bakarsın, acı Hind ilâcı içmiş gibi, yüzlerini ekşitirler.” diyerek açıklar. Yönetici, zâlime karşı her daim tavizsiz olmalıdır, Kün-toğdıya göre. Oğlu dahi olsa “zâlime “acı ot”u ve “mazlum”a da “şeker”i vermelidir. Yani eşitlik ve hakkaniyete dayanan hükümler kurulmalıdır. Toplumda bugün bu inanç da yıkılmıştır. Oluşan mafyatik yapılara dahil olmayanın, kurumlarda ağası, dayısı bulunmayanın hakkını alamadığı bir ülkede huzurun bulunması mümkün müdür? Tersten bakacak olursak bu gibi yapılara sırtını dayayan zâlimin her türlü eyleminin yanına kâr kalacağını bilerek, pervasızca zulmetmesini kim engelleyebilir? Ödül-ceza sisteminin bozulduğu bir sistemde, “Herkes eşittir; ama bazıları büyük eşittir.” Zihniyetiyle, yönetici adalet dağıtabilir mi? Adaletin bu şekilde yıpratıldığı bir ülkede huzur olur mu? Adalet arayan milletin dinî ya da dindışı paralel yapılanmalara bağımlılığı azalır mı?

Kutadgu Bilig’e göre adalet; doğruluk/ dürüstlük, eşitlik/hakkaniyet ve hız üzerine kurulur. Eğer bunlardan biri yoksa ya da doğru işlemezse yöneticinin gümüş tahtı devrilir. Bu ince bir dengedir. Zâlimin devletten korkması, mazlumun devlete sevgi ve güven beslemesi de böyle sağlanır. Bireysel huzuru ve sonuçta toplumsal huzuru sağlayan budur. Bugün birilerinin adaleti bahane ederek envai çeşit grubu koluna takıp yürümesi, halkın bu duygu ve ihtiyacını tatmin edemeyenlerin ortaya çıkardığı bir sorundur. Mafya, cemaat gibi yapılanmaların ortaya çıkışı ve adam kayırmacılığın tüm devlet kurumlarına yayılmasının sebebi bu dengenin bozulmasındandır. Herkes avukat, herkes hâkim, herkes cellat olup birbirini infaz etmeye başladığında, yani herkes kendi hakkını kendi aramaya kalktığında çok büyük bedelleri olmayan huzur ve güvenin aslında ne kadar pahalı olduğu anlaşılacak.

İçinde bulunduğumuz bu kaostan tek çıkış yolu, Kutadgu Biligin öğütlerine kulak veren yöneticilerdir. Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı yapıtında ipucunu veriyor aslında: “Başka uluslar, çağdaş uygarlığa girmek için geçmişlerinden uzaklaşmak zorundadırlar; oysa Türklerin çağdaş uygarlığa girmeleri için, yalnız geçmişlerine dönüp bakmaları yeter.” Ama lütfen doksan ya da yüzyıl öncesine değil, ufkunuzu genişletip en az 950 yıl öncesine bakınız.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol